14 Ağustos 2022 Pazar

The Sandman

 



Yayın yılı: 2022

Bölüm sayısı: 10

Benim puanım: 8/10

Merhabalar. Uzun bir aradan sonra buradayım. Bu süreçte aslında başka blog gönderileri yazmayı düşündüm, hatta bazıları hakkında notlar bile almıştım, ama üşendim. Notlar aldıklarım arasında Fumetsu no Anata E (To Your Eternity) animesi ve Heartstopper dizisi vardı. Onun dışında Otostopçunun Galaksi Rehberi, Binti, İçimizdeki Şeytan ve Olağanüstü Bir Gece kitapları üzerine de yazmayı düşündüm... Bilmiyorum bu blogu düzenli okuyanlar var mı ama eğer varsa ve bu konulardan herhangi biri hakkında blog yazısı okumak istiyorsanız bana ulaşsın. Neyse uzun bir aradan sonra blog post'u tüm gotikliğiyle The Sandman'e kısmetmiş.

Mr. Sandman, bring me a dream (bung, bung, bung, bung)
Make him the cutest that I've ever seen (bung, bung, bung, bung)
Give him two lips like roses and clover (bung, bung, bung, bung)
Then tell him that his lonesome nights are over

The Sandman'i kısaca anlatmak gerekirse dizi rüyalar aleminin kralı Dream of Endless, Morpheus karakteri ve onun güçten düşüp tekrar yükselmesi ve gittikçe insanlaşan evrimi üzerine. Daenerys'in lakapları gibi uzayıp durmaması için kendisine bundan sonra sadece Morpheus diyeceğim. Zaten dizide de sıkça Dream ya da Morpheus olarak anılıyor.  Morpheus ayrıca bildiğimiz gibi Yunan mitolojisindeki rüyalar tanrısının da adı. Morpheus, nam-ı değer Sandman, rüyalar aleminin hem mimarı hem de kralı. İnsanlar uyuyunca onun alemine geçiyor ve burada Morpheus'un hayat verdiği rüya ve kabuslarla karşılaşıyorlar. Bu arada rüyalar ve kabuslar da hepsi ayrı ayrı karakterler aslında. Morpheus ile özdeşleşen üç eşyası var, bunlar kum dolu bir kese, bir yakut ve bir miğfer. Bunlar aynı zamanda Morpheus'u en güçlü haline de taşıyor. Rüyalar aleminde sadece kabuslar ve rüyalar da yok; eskiden insan olan öldükten sonra öteki tarafa geçmek yerine Morpheus'un The Dreaming aleminde hizmetkar olan kargalar,  ilk günahkar Abil ile ilk kurban olan kardeşi Kabil (Abel ve Cain) ve kütüphaneci Lucienne de var. Kargalar Morpheus'un gerçek dünyadaki gözü, bir nevi drone kamerası görevini görürken, özellikle Lucienne'in sadakati ve Morpheus'un ona olan güveni de dikkat çekiyor. Ayrıca Morpheus'un Desire, Death, Despair ve Delirium adında kız kardeşleri var ve bunların hepsinin de kendilerine ait domain'i var. Bunlar arasından Death ve Desire dizide daha aktif yer alıyor.

Ana karakter olan Morpheus çok iyi cast edilmiş. İlk başlarda bu adam neden bu kadar poker face ve ruhsuz yahu diye gıcık olmuştum. Fakat adamın ölümsüz bir tanrı olması ve insan işlerine kayıtsız olması aslında çok mantıklı. Fakat buna rağmen duyguları yükseldiğinde sürekli gözlerinin dolması, diğer kardeşlerine nazaran ne kadar insanlaştığını da gösteriyor. Bunun dışında sürekli gelip giden yan karakterlerin bazılarını beğendim, bazılarına o kadar bayılmadım. Fakat genel olarak ölümsüzler Morpheus başta olmak üzere çok iyi kastedilmiş. Death'in insanlar için ne kadar olumsuz bir kavram olsa da sürekli güler yüzlü ve sevecen olması, Corinthian'ın hem korkunç hem karizma olması, Desire karakterinin gerçekten isminin hakkını vermesi... hepsi çok iyiydi. İnsanlar arasında da en son arktaki ana karakter Rose'un arkadaşlarının hepsi gerçekten birbirinden ilginçti. En güldüğüm de gotik kızlardı.

Dizi benim bakış açıma göre üç farklı temel arktan oluşuyor. İlk iki bölüm, Morpheus'un hapsedilmesi, 3-4-5 kaçısından sonra kendinden çalınan eşyalarını araması ve geri alması, 6 filler (fakat gayet güzel bir filler ama), 7-8-9-10. bölümler ise Vortex arkı. En sevdiğim ark Morpheus'un çalınan eşyalarını geri aldığı ve Lucifer Morningstar'la karşı karşıya geldiği ikincisi. Ondan sonra gelen gereksiz 5. bölümü hariç tutuyorum tabii. Ondan sonraki Death karakteriyle alakalı bölüm ise standalone bir bölüm olarak bile çok iyiydi. Bu arada LGBT+ karakterlere ve ilişkilere ayar olanlar olmuş, ölümsüz varlıklarda cinsiyet ve cinsel yönelim aranmasını şahsen saçma buluyorum. Ölümlü karakterlerde de çizgi romandaki karakterinin uyarlamada ana temasını etkilemiyorsa cinsel yönelimlerinin değiştirilmiş olmasını ya da karakterlerin farklı ırktan oyunculara verilmesinin bir önemi olduğunu da düşünmüyorum. Zaten Neil Gaiman dizinin yapımında aktif rol oynamış, eğer adam onay vermese zaten bu şekilde olmazdı. Neyse arklara dönelim;

İlk arktaki Morpheus'un aslında Death'i çağıran büyücü tarafından yanlışlıkla bağlanıp sonra da elindeki eşyaların çalınıp hapsedilmesini hep ilginç hem de dizideki işleyiş açısından biraz durağan buldum. Fakat o gotik hava, Morpheus'un yüzyıl hapsolduğu süreçteki umutsuzluğu ama bir yandan insanları öğrenme istediği yine de çok güzel anlatılmıştı. Fakat ne zaman kaçtı, The Dreaming'e döndü ve Fate'den aldığı bilgilerle çalınan eşyalarını aramaya başladı, dizi benim için asıl o zaman başladı. Geri döndüğünde rüyalar alemindeki şatosunun yıkılmış olması, inşaa ettiği her şeyin yok olmaya yüz tutması güzel bir detaydı. Ayrıca 1910'lu yıllarda gerçekten var olan uyku hastalığı salgını, encephalitis lethargica'yı Morpheus'un hapis olup uyku alemini yönetememesine bağlamaları açıkçası çok hoşuma gitti. Bu arkta bazı yeni karakterlerle tanıştık. Buna Jenna Coleman'ın oynadığı Johanna karakteri, John Dee ve annesi de dahildi. John Dee ve annesi Ethel diziyi ilk arktan bağlama ve diziye gergin hava verme konusunda gayet iyiydi.  Biseksüel Johanna Constantine ise sanki daha iyi olabilirmiş gibi geldi. Sanırım yüzü ne kadar sevimli olsa da Jenna Coleman'ın oyunculuğunu çok beğenemiyorum (Angut Clara!). Hikayeye Johanna, Morpheus'un kum kesesini aldığı kısımda katıldı ve neyse ki çok durmadı. 2. arkta asıl bomba bölüm ise (ve bence dizinin en iyi bölümü) Morpheus'un miğferini bulmak için bir şeytanın peşine takıldığı bölümdü. Burada canımız Brienne Tarth'ımızı canlandıran Gwendoline Christine karşımıza bu sefer de Lucifer Morningstar olarak çıktı ve miğferi çalan şeytanı temsilen Morpheus ile dülloyu kabul etti.

source: The Atlantic

O noktada dedim, tamam Gwen zaten Game of Thrones'tan kılıç dövüşlerine alışık herhalde düelloya kılıçla ve şovalyelikle girişecekler. Unuttuğum nokta bu iki karakterin insan olmamasıydı. O yüzden onun yerine bir nevi roleplaying'i hatırlatan, bir o kadar muazzam sözlü düelloyu izledik. Hele I'm nova'dan sonraki gelen kısımlar ve I'm hope ile biten düello benim için dizinin doruk noktası oldu. Benim gibi tekrar izlemek isteyenler için youtube linkini de aşağıya bırakmak istiyorum:

Gelelim en sevmediğim 5. bölüme. Bu kısımda John karakterinin bir diner'daki insanları esir alıp elindeki büyülü yakutu kullanarak onlara salt dürüst bir dünyada neler olacağını göstermesini izliyoruz. Garip bir şekilde herkes önce birbiriyle cinsel aktiviteye girişip sonra kendilerine zarar verip ya intihar ediyor, ya da birbirini öldürüyor. Bence gereksiz bir bölümdü. Neyse ki ara verdiğimiz 6. bölümde Death karakteriyle tanıştık da dizinin keyfi yerine geldi. Bu bölümde biraz zırladığımı itiraf edeyim, ölümün insanlara sarılarak onları almasını hem güzel hem de üzücü buldum. Özellikle bebeği almaya geldiği kısım epey üzdü. Bu bölümde Morpheus, Endless'lar olarak asıl amaçlarının insanlara hizmet etmek olduğunu tekrar hatırladı ve gücünü tüm ihtişamıyla geri kazanmışken tekrar gerçek amacını da buldu. O açıdan 4. bölümden sonra bu bölüm favorim oldu diyebilirim. 

Son ve en uzun arkta Vortex olan 21 yaşındaki Rose karakteri, aile draması ve etrafında dönenleri izledik. Vortexler, bütün rüyalara giriş yapabilen ve en son hepsini birbiriyle ve gerçek dünyayla çakıştırabilecek güce bir sahip her bin yılda bir doğan fenomon insanlar. Rose'un bunlardan biri olduğunu öğreniyoruz, normalde onu dünyayı kurtarması gerektiği için öldürmesi gereken ama artık daha çok empatiye sahip Morpheus'un çelişkisini de görüyoruz. Bence genel hatlarıyla ve konunun ilginçliğiyle güzel bir arktı ama sanırım bazı oyunculuklardan dolayı bir olmamışlık hissi verdi. O yüzden sanırım daha fazla yazmak istemiyorum bu ark konusunda. Sadece hoşuma giden birkaç noktadan bahsetmek istiyorum. Kabusların ve rüyaların da insanlarla uğraşırken değişmesi ve özellikle Gault kabusunun artık insanları korkutmak yerine onlara ilham vermek isteyen bir rüya olmak istemesi gayet güzel bir detaydı. Değişim rüzgarına kapılan Morpheus da the Dreaming'i tekrar inşa ederken bu istekleri göz önünde bulundurdu. En son diziyi egosu incinen Lucifer'ın savaş ilanıyla da güzelce kapattık.

Genel olarak başarılı bir dizi olmuştu. Çizgi romanını okumama rağmen gayet eğlenerek izledim. 2. sezonu da bariz gelecek gibi gözüküyor, o da güzel bir haber.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder