24 Kasım 2021 Çarşamba

Arcane

 

source: engadget.com

Çıkış yılı: 2021

Bölüm sayısı: 9

Benim puanım: 9.2/10

Gelelim, bu yıl çıkan abartısız en iyi Netflix projesine. Arcane, League of Legends oyunundaki Zaun ve Piltover evrenlerindeki karakterleri baz alarak bir animasyon dizisi projesi. Çok ama çok iyi olmuş. Öncelikle söylemem gerekiyor ki hiç LOL oynamadım, oynamayı da düşünmüyorum. Bir ara çevremde çok oynayan insan vardı ama ne oyunun grafikleri ne de toksik oyuncu ortamı ilgimi çekmişti. Peki oyununu oynamamak bu diziden alınan keyfi azaltıyor mu? Kesinlikle hayır! Animasyon kalitesiyle olsun, karakterlerin altyapısını kuran hikayeleriyle olsun, Riot Games LOL oyunundan bağımsız olarak bu dizide müthiş bir iş çıkarmış. Hikayenin temeli, LOL'de çatlak bir kadın karakter olan Jinx'e dayansa da hem yoksul alt şehir (undercity) Zaun, hem de zengin ve elit üst şehir Piltover'dan bir sürü karakterin içi dolu dolu anlatılmış.

Hikayeye gelecek olursak gayet Steampunk bir ortam olan Zaun şehriyle giriş yapıyoruz. Yoksul alt şehirden iki küçük kız kardeş Vi ve Powder'ın ailesini polisler öldürünce iri yarı ama yumuşak yürekli Vander tarafından evlat ediniliyorlar. Vi, üst şehir Piltoverlılara karşı öfkeli ama iyi kalpli bir ergen, Powder (gelecekteki adıyla Jinx) ise yedi yaşında tatlı bir kız, bilek gücünden gadgetlar üzerinde çalışıp daha çok yaratıcılığa önem veriyor. Aslında dizi boyunca birbirine aslında çok bağlı olan bu iki kardeşin nasıl yollarının ayrıldığını ve tatlı küçük bir kız olan Powder'ın nasıl kafadan çatlak büyük bir terroriste dönüştüğünü izliyoruz. 

Jinx'in geçmişteki yaşadığı ve istemeden etrafındaki insanların ölümüne sebep olduğu bir travma sebebiyle, Vi ve Powder'ın yolları ayrılıyor. Vander ile geçmişte bir husumeti olan, ekstremist bir Zaunlu adam, Silco, Powder'ı yetiştirip onun Jinx'e dönüşmesine yol açıyor.  Silco, aslında dizideki anti-kahraman olsa da diğer dizilerdeki bilindik kötü adamlardan farklıydı. Geçmişte ailesine karşı garezi olmasına rağmen genç bir kıza (Jinx) olan obsesyonuyla da yer yer Littlefinger'ı hatırlattı. Bu bile dizinin iyi olmasına güzel bir sebep olabilirmiş aslında. Jinx'in dönüşümündeki ana hikayeye giden yolda, bize Piltover'ı ileri seviye bir geleceğe taşıyan Hextech'in yaratıcısı olan bilim insanları Jayce ve Viktor'un hikayeleri ise çok doğal bir şekilde harmanlanarak anlatıldı. Kız kardeşinden hapiste kaldığı yıllarda ayrı kalan Vi'ın yolunun ise Piltover'lı, aileden zengin, ama idealist bir polis olan Caitlyn'le kesişmesi ve bunun bir aşk hikayesine dönüşmesi ise bence hikayeye başka bir boyut kazandırdı. İlk sezon itibariyle dizide en sevdiğim karakter olan Vi'ın bir lezbiyen ilişkisi olması bence bu dizide hiç de sırıtmadı. Umarım Netflix'in LGBTQIA+ karakterleri zorla hikayelere dahil etmesinden şikayetçi olanlar, Vi & Cait çiftinden de şikayetçi olmazlar. Bence çok tatlı bir çift oldular, ikisini de çok sevdim, ben kendilerini destekliyorum şahsen :)




Vi dışında diğer sevdiğim karakter ise Rus aksanıyla endam eden, alçakgönüllü, Jayce gibi tipik yakışıklı bir kahramanın en yakın arkadaşı görevini gören Viktor oldu. Zaun'da büyüdüğü için pek çok sağlık problemi olan Viktor, zekası sayesinde yükselmiş ve Piltover'da ünlü bir bilim insanı olabilmiş. Onun da hikayesi bence en az Jinx kadar hüzünlü. Çünkü bilimi her zaman insanların iyiliği için kullanma tarafında olan Viktor, çaresizliği yüzünden Hexcore'un karanlık gücüne çekiliyor ve adım adım insan-robot arası bir organizmaya dönüşüyor. Aslında kendi trajik hikayesini dizinin ilk sezonunda kısa kendisi şöyle açıkladı; 'In the pursuit of great, we failed to do good.'

Demem o ki animasyonlarıyla, hikayesi ve karakterleriyle Arcane dizisi gerçekten üst düzey bir iş olmuş. Şuraya dövüş sahnelerinden çok beğendiğim ikisini bırakıp gidiyorum:

İlk sahne, Jinx ve Zaun'daki çocukluk arkadaşı Ekko arasındaki şu sanat eseri olan dövüş sahnesi:


Diğeri ise hem animasyonları ve müziği ile göz kamaştıran hem de bizi karmaşık duygulara sürüklüyen Vi ve Jayce'in Chemguard'lara karşı şu dövüş sahnesi:


Dizinin ikinci sezonu ne yazık ki 2023 yılında gelecekmiş, ama ilk sezonki kadar kaliteli bir iş çıkaracaklarsa ben seve seve beklerim.

Dune Messiah

 


" Birçok hükümetin yıkılmasının sebebi, halkın resmi servetin gerçek boyutunu öğrenmesidir. "

"Deniz," dedi kısık bir sesle. "Bu zihnimin canladırabileceğinin ötesinde bir şeydi. Ama tanıdığım adamlar bu mucizeyi gördüklerini söylediler. Yalan söylediklerini düşündüm ama bunu bizzat öğrenmek zorundaydım. İşte bu yüzden orduya katıldım."

"Fazla analiz doğrunun düşmanıdır." 

"Güç, çok daha fazlasını elinde tutanı izole etme eğilimi gösterir. Önünde sonunda, gerçeklikle bağlantılarını kaybederler... ve devrilirler." 

"Dinin ve çıkarcılığın saklayamadığını, hükümetler saklayabilir." 

"Alia, ağabeyine baktı ve onun mutlak üzüntüsünü algıladı. Paul'ün yanağındaki bir göz yaşı damlasına Fremenlere özgü saygıyla dokunarak söyle dedi: 'Sevdiklerimiz göçüp gitmeden önce onlar için kederlenmemeliyiz.' 
'Onlar göçüp gitmeden önce' diye fısıldadı. 'Söyle küçük kardeşim, önce nedir?' "

" Zihinsel bir salgını durduramazsın. İnsandan insana bulaşarak parsekleri aşar. Öyle bulaşıcıdır ki engel tanımaz."

" Bir insanın yaşamının bir saatinden mahrum etmekle, onu yaşamından mahrum etmek arasında yalnızca bir ölçek farkı vardır. Sonuçta ona karşı şiddet uygulamış, onun enerjisini tüketmiş olursunuz."

" Politikayı sevgi üstüne kuramazsın' , dedi. 'İnsanlar sevgiyle ilgilenmez, sevgi çok karmaşıktır. Onlar despotizmi tercih eder. Çok fazla özgürlük kaos doğurur. Buna izin veremeyiz, öyle değil mi? Ve despotizmi nasıl sevilebilir kılarsın?' "

"Yaratabileceğim bütün olası geleceklere burnumu soktum, en sonunda onlar beni yaratana dek."

" Her şey çok güzeldi, en güzeli de sendin."


Dune Mesihi farklı bir kitap. Neden ilk kitap kadar sevilmediğini anlıyorum ama bir yandan da bu antipatiyi yersiz buluyorum. Benim açımdan dolu dolu bir kitaptı. Tek bir nokta hariç, şahsen ben ilk kitap kadar sevdim. Diyaloglar aslında ilk kitaba göre daha derindi, 250 küsür sayfa kitabın neredeyse her yerini e-reader'da çizdim. Alıntıların bir kısmını da burada paylaşıyorum zaten. Dune Mesihi benim için Paul'un ilk kitaptaki happily-ever-after'ını anlattığı için özel bir kitaptı. Kahramanımız intikamını aldı, ilk çocukları öldürülmüş olsa da sevdiceği ve anası yanındaydı, hak ettiği tahtı aldı ve düşmanlarını alt etti. Peki sonra? İşte bu sonrası için bence gelebilecek en gerçekçi kurguyla gelmiş. Paul gibi empati kurabildiğimiz bir karakterin, nasıl tek güç olduktan sonra bir diktatör haline geldiğini anlatıyor aslında bu kitap. Öyle bir nokta ki ülkemizdeki ismi lazım değil liderin fanatikleriyle bile kısa süreli de olsa empati kurabildim bu kitap sayesinde. Çünkü insanlar ilk başta kurtarıcı gördüğü kişinin hatalarını öyle ört bas edip öyle gerekçelendirebiliyor ki, 61 milyar insanın  katliama sebep olmuş, 500 gezegenin fatihi ve bunlardan 90 küsür gezegenin felaketi olan bir lideri bile hala destekleyebiliyorlar. Burada Paul'un Hitler'den veya ismi lazım değil diğer diktatörlerden farkı ise tüm hatalarının farkında olması, buna kendince engel olmaya çalışması ama onu bağlayan bu kader zincirinden, altından kalkamayacağı sorumlulukları almak zorunda kalmasından dolayı öngörü yeteneğine rağmen bir türlü kurtulamaması.. Bunlar aslında kendi içinden de gelen tanrı kompleksinden, bu işi bu yeteneklerle en iyi sadece ben yapabilirm yanılgısından geliyor. O açıdan Chani ile çok manidar bir diyalogları var aslında:

- Chani, sevgilim, cihada son vermek, vuzera ordularinin bana dayattigi lanet olası tanrılık mertebesinden kurtulmak icin neler vermezdim, biliyor musun?
- Vazgeçtiğini söylemen yeter.


Size kimi hatırlattı bilmiyorum, ama bana bu ikilem direkt Daenerys Targaryen'i hatırlattı. Bu sebeplerden ve ileride bahsedeceğim sebeplerden dolayı Paul Atreides'in hem Daenerys Targaryen hem de Anakin Skywalker karakterlerine hayat verdiğine kanaat getirdim. Kitabın özeti aslında şu sözde gizli: "Güç, çok daha fazlasını elinde tutanı izole etme eğilimi gösterir. Önünde sonunda, gerçeklikle bağlantılarını kaybederler... ve devrilirler." 

Hikayemiz, Paul'un imparatorun tahtını elinden alıp kızı Irulan ile politik bir evlilik yapmasından yaklaşık 13 yıl sonra başlıyor, yani Paul da benim gibi 30'lu yaşların başlarında. İmparatorun tahtına oturmuş, Chani ve Stilgar danışmanı olarak yanında. Jessica ise Caladan'a yerleşmiş, Paul'un bu din temelli imparatorluğunu desteklemiyor. Açıkçası kitaptaki en büyük eksiklik benim gözümde Jessica gibi müthiş bir karakterin yokluğuydu. Nasıl Hermione Granger olmasa Harry Potter bir şey yapamazsa, annesi Jessica olmayınca Paul da bir güzel çuvallıyor. Bütün kitap boyunca bunu görüyoruz. Paul'un kız kardeşi, Alia ise 16-17 yaşlarına gelmiş. Alia, öyle bir dini lider olmuş ki kendisine ait Arrakeen'de bir tapınak var, insanlar hac için o tapınağa geliyor! Annesinin yediği bir halttan dolayı başrahibe bilgeliğinde de olsa, öngörü gücü Paul'u cebinde sallayacak kadar güçlü de olsa, Alia, hormonları uyanmaya başlamış bir ergen. Hem de ne kadar yorucu bir ergen... Kendisi çok sempatimi kazanamadı, maalesef. Fakat anne rahmindeyken ab-ı hayat baharına maruz kaldığı tecrübeden sonra kendisini bazen annesi gibi gördüğünü, Paul'u oğlu, babasını ise sevgilisi gibi hissettiği kafa karışıklıklarını açıkladığında kendisi için üzülmedim de değil. 
 
Bu sefer Leto Atreides'e değil Paul Atreides'e karşı bir komplo var. Planların içinde planlar... Daha kitabın başında bize Paul'un öleceği ve suçun Chani'ye atılacağı açık ediliyor. Komployu kuranlar ise lanet başrahibe Gaius Helen Mohiam, Paul'dan çocuk yapma umudunu kesen Irulan, Bene Tleilax Scytale ve dümenci Edric. Bu kitapta bize ilk defa tanıtılan topluluk olan, Face Dancers, Bene Tleilax bence ayrı bir  parantezi ve hatta ayrı bir ek kitap serisini hakediyor. Çünkü bu topluluk ASOIAF evrenindeki Faceless Man gibi yüzlerini değiştirme yeteneğine sahip bir grup hermafrodit suikastçı.  Aynı zamanda genetik biliminde çığır açmış, insanları tek bir hücresinden kopyalayıp anılarını da tutabilen bir grup bilim insanı. Olay şu ki Tleilaxu, Duncan Idaho'nun ölü bedenini buluyor ve onu klonlama teknolojisiyle hayata döndürüp gula Nefr'i yaratıyor. Nefr hem bir mentat hem de bir Zenni-sünni filozof olarak eğitilip Alia'yı tavlaması ve Paul'a ihanet etmesi için hazır ediliyor. Fantaziye gel. Fantezi olarak güzel gelse de itiraf etmeliyim ki bu komplonun içi maalesef çok doldurulamadı. Dümencinin de olduğu bir güruh, Duncan'ın gulasını Paul'a hediye ettiğinde, gula kendi ağzıyla sizi yok etmek için görevlendirdim demesine rağmen Paul'un bunu neden kabul ettiğini bir süre anlamlandıramadım. Fakat hayatını sizin için feda etmiş bir dostun anılarına kısmen de olsa sahip olan bir klon ya da makineden uzak bile kalamamak aslında çok insansı bir reaksiyon. Tıpkı Okabe'nin Kurisu'nun AI'ı olan Amadeus'a tuzak olma ihtimaline karşın karşı koyamaması gibi... 

Uzun lafın kısası, Paul öngörü yeteneği sayesinde kısmen de olsa komplo planına çomak sokuyor. Paul'un yaptığı analize göre divergence'dan kurtulamayan iki seçenek var: Ya Paul ölecek ve suç Chani'ye atılacak, Chani tutsaklık altında, çocukları ise sürgünde yaşamak zorunda kalacak. Ya da Chani doğum sırasında ölecek. Bu iki seçenek arasında sıkışan Paul bir ara Anakin'e dönüşüp baş düşmanı Palpatine'e, pardon başrahibe Mohiam'a yalvarıp Chani'yi kurtarması için yardım bile istiyor. Fakat Paul'ün de analizinden kurtulamayan, onun da öngöremediği şeyler var. Çünkü neydi; "Fazla analiz doğrunun düşmanıdır."  Bu noktada  Paul'u değil, resmen Anakin'i izledim. İkiz çocuklarının doğumu sırasında ölen sevgili ve kehanetinde bunu gören başkahraman... Ne kadar de benziyor değil mi? Paul'un analizinden kaçan en büyük nokta ise çocukların ikiz olması. Çünkü Paul öngörüsünde sadece tek bir kız çocuğu görüyor. Aslında bu ikizlerden erkek olanı, evrenin başına başka çoraplar örecek olan Leto II Atreides (bir nevi Luke Skywalker ama başka türlü...). Paul'un ölmesi gereken ve Chani'nin suçlanması gereken suikasta Chani olmadan gitmeyi başaran Paul, ölmüyor ama taşyakan atom silahı sebebiyle görme yetisini kaybedip kör oluyor. Fremen inancına göre, kör olan biri, topluma yük olacağı için çöle terkedilmesi gerekiyor. Fakat öngörüsünü kaybetmediği için Paul, yine etrafındaki her şeyin farkında olabiliyor ve bir nevi görebiliyor. Fakat elinden gelen her şeyi yapmasına rağmen Paul, kendini yine de Chani'nin doğum yapacağı ve öleceği çöldeki siyeçte buluyor. Bu kısım bence kitaptaki en güçlü yerdi. Paul'un her şeyi yapmasına rağmen kaderinden kaçamadığı andaki çaresizliği, Chani ölünce öngörü yeteneğini de tamamen kaybedip gerçekten kör olması çok etkileyiciydi. Buraları okurken birkaç damla gözyaşı dökmüş olabilirim. Çünkü bana göre Paul'u istemediği halde dini lider haline getiren, bir nevi peygamber konumuna sokan önsezi yeteneği, aslında bir hayatta kalma içgüdüsüydü. Bene Gesserit'lerin yüzyıllardır süregelen genetik çiftleştirmelerinin bir ürünü olan Paul, hayatta kalma içgüdüleriyle de birleşince bu yeteneğine bir nevi tanrısal ivme kazandırıyordu. Fakat cihattan kaçmasına rağmen evrenin en büyük dikdatörüne dönüşen Paul, yaşadığı pişmanlıkla, bir şeyleri yine değiştiremeyince ve en sevdiği kişiyi de kaybedince öngörüsünü kaybedip gerçekten kör oldu...

Suikastı ikinci çökerten nokta ise Chani öldükten sonra Paul'u öldürmesi gerek gula Nefr'in anılarını tamamen geri kazanabilen tarihteki ilk gula olup tamamen Duncan Idaho'ya dönüşebilmesi. Aslında Paul'u oğlu gibi gören Duncan'ın, onu öldürmek zoruda kalınca anılarını tamamen kazanması ihtimalini Tleilaxu tamamen göz ardı etmiyor. Hatta Scytale kendi ağzıyla itiraf ediyor, eğer Paul ölseydi pazarlığı Paul'un bedenini canlandırma üzerinden Alia ile yapacaklardı... Duncan anılarını geri kazanınca, Tleilaxu biliminin gerçekliği de bir nevi kanıtlanmış oluyor ve Scytale için Chani'nin bedenini diriltme üzerinden pazarlık etme hakkı doğuyor. Fakat Chani'yi diriltmeyi Paul şiddetle reddediyor. Fremen olarak doğan Chani'nin bedeni suyunu almak için cenaze törenine götürülüyor. Her ne kadar iki kitaptır Fremen geleneklerini okusam da burada yine istemsiz "sizin de geleneğiniz batsın!" demeden edemedim. Sanırım kurgusal Orta Doğu'ya bile garezim var.  Anyway... Alia gibi melanet doğan henüz beşikteki bebek Leto'nun gözlerini kullanarak Paul, Scytale'i öldürmeyi beceriyor. Fakat hala kör olan, yaşama dair umudunu ve isteğini kaybeden kahramanımız (bu noktada aslında artık anti-kahramanımız), gerçek bir Fremen gibi çöle yani kendi ölümüne yürüyor. Bu sefer kehanetlerden, cihattan, peygamberlikten ve öngörüden kurtulmuş, tamamen özgür bir adam olarak... Bence Paul gibi trajik bir karakter için çok yerinde ve bir o kadar da hüzünlü bir sondu. Tıpkı Daenerys Targaryen'in sonu gibi... O zaman bu sözün de sana gelsin, Paul reis: "Yaratabileceğim bütün olası geleceklere burnumu soktum, en sonunda onlar beni yaratana dek."

Üçüncü kitap anladığım kadarıyla Alia, kocası Duncan ve Paul'un ikizleri Leto II ve Ganima üzerinden devam ediyor. Bir yandan Paul'un hüzünlü ama güzel hikayesinden sonra bu seriyi burada bırakma isteği duysam da, Star Wars için New Hope filmi gibi olan yeni seri gibi bundan sonra neler olacağını merak etmiyor da değilim. Dune evrenine bir kez tutulduktan sonra bırakması zor sanki...