12 Mayıs 2021 Çarşamba

Kimetsu no Yaiba: Mugen Ressha-hen



                                                       image reference: Myanimelist


İngilizce adı: Demon Slayer: Infinity Train

Süre: 1 saat 57 dakika

Benim puanım: 8.5/10

Gelelim yılın en çok izlenen filmlerinden birine... Açıkçası Kimetsu no Yaiba'yı genel olarak sevdiğim halde hakettiğinden daha çok ilgi gördüğünü ve biraz overrated bir anime olduğunu düşünüyorum. Bunu anime serisi postumda da yazmıştım:
http://thediaryofanapathetic.blogspot.com/2021/01/kimetsu-no-yaiba.html

O yüzden bu filme karşı da çekincelerim vardı ama hem harika animasyonlarıyla hem de verdiği duygularla gayet tatminkar bir film olmuş. Animasyona özel ilgim olmamasına rağmen Ufotable'ın Kimetsu no Yaiba serisine verdiği emek benim de gözümden kaçmamıştı, ama bu filmde özellikle fire breathing tekniğinin kullanıldığı sahnelerdeki animasyon gerçekten bir wow dedirtti, son derece göz kamaştırıcıydı. Karakterlerden de hafif sinir bozucu Zenitsu'dan ziyade Inosuke'ye daha çok odaklanmaları benden + puan kaptı. Fakat seriden bir tık daha fazla da olsa bu filmde de Nezuko hala istediğim kadar sahne almadı, oradan da 1 puanı kırdım. Filmin ilk yarısı biraz daha serinin normal durağanlığında geçse de ikinci yarısında ortaya çıkan süpriz düşmanla epey ivme kazandı, ki bence keşke ikinci yarısındaki kısmı yani flame hashira Rengoku'nun dövüş sahnelerini daha da uzatabilirlermiş. Neyse bu haliyle karakterler arasındaki denge de daha iyi olmuş aslında, Rengoku karakteri ise gayet başarılı olmuş. Genel hatlarıyla son derece duygusal ve kalbe dokunan bir filmdi. Burada kadın mangakaların shounenlere ne kadar duygusal ve psikolojik boyut katabildiğinin farkını da görüyoruz. Bildiğim nadir kadın shounen mangakaları FMA ve Kimetsu no Yaiba'nınkiler sadece. Kimetsu no Yaiba'yı tabii ki favorim olan kült FMA ile karşılaştırmıyorum, ama karakterlere verilen boyut ve duyguların yansıtılması bence Kimetsu no Yaiba'da da diğer sadece dövüş ve aksiyona odaklı steorotipik shounenlere göre daha başırılı (öhöm bkz. Jujutsu Kaisen).

--- Spoiler ---

Konusunda geçersek direkt 1. sezon sonundan sonra trende olan demon olaylarını incelemek için karakterimizin atandığı görev için trene binmesinden başlıyoruz. Trende onlara mentörlük edecek flame hashira rengoku bir düzine bentoyu mideye indirirken buluyoruz. Rengoku ilk başta biraz crazy eyes modunda hiç göz kırpmayıp beni korkutsa da sonunda müthiş bir karakter olduğuna birkaç dakika içinde bizi inandırıyor ve kendisini hemen seviyoruz.  Tanjirou babasının ateşle dansından esinlenerek kullandığı flame breathing tekniği, hinokami kagura'yı Rengoku'ya soruyor, ama asıl sorusuna cevap alamasa da Tanjirou'nun siyah katanasının da (kararsız demon slayerlar içinmiş) bize verdiği ipicuyla aslında ateş, su, fırtına, taş gibi tekniklerden hepsini kullanabileceğini öğreniyoruz (bkz. airbender Aang). Bu arada domuz maskeli tsunderemiz Inosuke'nin Sheldon Cooper gibi trene bindiği için aşırı heyecanlanması da tatlıydı, söylemeden geçemeyeceğim. Çok geçmeden trende birkaç tane şeytan/demon beliriyor. Rengoku aşırı şaşalı flame breathing tekniği ile bu ilk çıkan güçsüz demonları hemen hallederek bizim oğlanları etkiliyor ve hepsi beni de çırak al diye hevesleniyor, Inosuke bile hayranlığını göstermekten pek çekinmiyor. Sonra asıl 12 kizuki demon'dan teki trenin üstünde beliriyor ve trende dönen gizemi öğrenmeye başlıyoruz. Bu demon, Enmu insanları uyutarak rüyalarını kontrol etme ve onları bu şekilde sömürme yeteneğine sahip. Bir takım travmaları olan çocukları güzel rüya görme vaadiyle ikna eden şeytan, karakterlerimizi kendilerine halatlarla bağlayan çocukların onların rüyasına girip spiritual core'larını parçalayıp onları saat bırakmayı planlıyor. Bu bölüm bu yüzden hem trende geçmesiyle hem de düşman tarafından kontrol edilen rüyalar olmasıyla Doctor Who'daki Dream Lord bölümünü hatırlattı. İlk başta Tanjirou'nun tüm ailesinin hayatta olduğu hala dağ evinde yaşadıkları rüyaya kendini kaptırdığı son derece duygusal sahnelerin yaşandığı kısımı izledik. Yalan yok, bayağı gözlerimi dolduran sahneler oldu. Ayrıca Tanjirou'nun sınırsız gökyüzü şeklinde temsil edilen iç dünyasıyla ne kadar temiz kalpli, iyi niyetli ve selfless olduğunu görüyoruz, rüyasına parazit olarak giren çocuk bile etkileniyor bundan. Biraz fazla iyisin, the good guy Tanjirou...Tanjirou dışında diğerlerinin rüyalarından da kesitler görüyoruz, Inosuke'ninki komik bir izci kampı rüyasıyken Zenitsu'nun Nezuko ile romantik anlar geçirdiği rüyası ise biraz güldürdü. Tanjirou dışında Rengoku'nun gördüğü rüya da karakter hakkında bilgi sahibi olmamıza yardımcı oldu. Rengoku, hashira olduğu gün babasına haber verdiği anıyı görüyor rüyasında, son derece ilgisiz olan babasından sonra küçük erkek kardeşiyle arasında geçen konuşmayı görüyoruz. Bu sahnelerde Rengoku'nun ne kadar nahif ve iyi biri olduğunu anlamak çok zor olmuyor. Bu sırada neyse ki çok geçmeden Enmu'nun büyüsünden zaten demon olduğu için etkilenmeyen Nezuko kutusundan çıkıyor da Tanjirou'yu uyandırmaya geçiyor. Tanjirou mutlu anılarından ayrılması çok zor olsa da kendini gerçekliğe dönmeye odaklıyor ve rüyasında kendini öldürerek uyanmayı başarıyor.

Tanjirou'nun uyanmasının ardından Inosuke ve diğer karakterler de uyanıyor ve takım çalışmasıyla Enmu'nun trenle birleşmiş vücudunda başını bulup onu yenmeye odaklanıyorlar. Burada Zenitsu hemen kendi tipik hareketini yaparak Nezuko'yu koruma görevine atlıyor. Nezuko maalesef yine çok geri planda, en azından sepetten çıkıp alev büyüsünü kullanmasına ve arada birkaç tekmeyle demon'un uzuvlarını parçlamasına şükrettim yine de. Rengoku 5 vagondaki insanları tek başına korurken, Nezuko ve Zenitsu tek vagondakileri kurtarmaya çalışıyor, bu sırada da Inosuke ve Tanjirou sonunda Enmu'nun kafasını makinist dairesinde buluyor ve Tanjirou'nun büyü altındaki makinist yüzünden şişlenmesine (resmen hapishanedekiler gibi durduk yere şişlediler çocuğu ahsjash) Enmu'yu öldürmeyi başarıyorlar ve treni durduruyorlar.

Tam tehlikeden kurtulduk derken asıl boss düşman yani 12'lerden ilk 3 numara olan demon, Akaza geliyor. Akaza'nın ne kadar Jujutsu Kaisen'deki Sukuna'ya benzediğini farketmeden geçemedim, demon demon'dır demek ki ajsaksja. Akaza da Sukuna kadar güçlü ve badass olduğunu daha ilk sahnelerin geriliminden bize gösteriyor ve kendisine tek dişli rakip olan Rengoku ile dövüşmeye geçiyor. Zaten şişlenen ve hareket edemeyen Tanjirou ve Akaza'nın kendisinden epey farklı sınıfta bir rakip olduğunu farkeden Inosuke kenara çekiliyor ve  Akaza ve Rengoku'nun uzun ve etkileyici dövüşünü izliyoruz. Dövüş sırasında Rengoku'nun epey güçlü ve potansiyel sahibi olduğunu farkeden Akaza, pek çok kez Rengoku'ya taraf değiştirip demon olmasını teklif ediyor. Bu kadar güç ve potansiyele rağmen seni öldürürsem yazık olacak, diyor. Bu fırtınalı dövüş sırasında annesiyle anısını hatırlayan Rengoku neden hashira olduğunu hatırlıyor. Hep özel ve çok güçlü olduğunu zaten biliyor, ve bunun sebebinin kendisini diğer insanları ve güçsüzleri korumak için var olduğuna kanaat getiriyor (fazla Japon gururu ama bunu anne faktörüyle duygusal bir şekilde bize aktarılıyor bu sahne). Ölümüne diğer insanları korumak için şafak vaktine kadar dövüşen Rengoku tam gün doğumuna kadar Akaza'yı kitleme şansına sahip olmuşken o ana kadar söz dinleyip kenarda duran Tanjirou, son anda Inosuke'ye Rengoku'yu kurtarmak için demon'a saldırmasını söylüyor. Kolunu Rengoku'ya sıkışmış çakrasından (akskasj cidden solar plexus çakrası olduğunu söylediler valla) kurtaran demon maalesef son anda kaçıyor. Bu sırada Tanjirou'nun hayal kırıklığını ben de yaşadım. Rengoku'nun öleceğini biliyor ve bunu düşmanı yenemeden olmasına aşırı üzülüyor. Ah keşke Inosuke'yi araya sokmasaydın be, Tanjirou... Ama dediğin gibi bir insan olarak rejenerasyon yeteneği ve öteki demon büyülerine sahip olmayan Rengoku daha cool'du ve trendeki tüm insanları kurtarak 200 yolcuyu sağ salim geri yollayarak bir nevi de olsa onları yendi. Son sahnede Rengoku'nun son anlarına ve o öldükten sonra Gandalf'ın Balrog'la savaşından sonra öldüğü sahnede hobbitlerin kendini yerden yere attığına benzer bizim karakterlerin de ağladığı duygusal bir sahneyle filmi bitiriyoruz :( O sırada tsundere Inosuke gibi ben de ağlayarak kaçmak istedim. 

Rengoku'nun son konuşmasından da aldığımız ipicuyla 2. sezon başında muhtemelen bizim üçlü pardon sepetteki Nezuko ile dörtlü, Rengoku residence'a gidip baba Rengoku'nun flame hashira raporlarından hinokami kagura hakkında bazı bilgiler öğrenecekler. Umarım kısa sürede gelir yeni sezon.

--- Spoiler ends--

9 Mayıs 2021 Pazar

Shadow and Bone

    

                                                    Image: IMDB

Bölüm sayısı: 8 (45-58 dakika)
Benim puanım: 7.5/10

Dün gece bitirmişken taze taze Netflix'teki Shadow and Bone serisi hakkında yazmaya geldim. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım beklentileri çok yüksek tutmazsak bence Netflix ortalmasına göre güzel ve sürükleyici bir dizi olmuş. Ama buna rağmen pek çok eleştirim olacak. Bu seri Leigh Bardugo'nun Grishaverse serisindeki iki farklı üçlemenin yani Shadow and Bone ve Six of Crows serilerindeki karakterlerinin senteziyle yapılmış bir dizi. Shadow and Bone, ana karakter Alina Starkov'un hikayesini anlatırken Crow Club (sanırım Türkçe'ye Kargalar Meclisi olarak çevrilmiş) üyeleri Kaz Brekker ve ekibi (Inej ve Jesper) ve ayrıca yan hikaye olarak gördüğümüz Nina ve Matthias karakterlerinin hepsi ise Six of Crows serisindenmiş. Bu iki seriyi birleştiren tek ortak nokta ise aynı evren olan Grishaverse'de geçmesi. Şimdi bu iki serinin birleştirilmesinden gelen bazı tutarsızlıklar var, ona da değineceğim. Fakat fantastik soslu romance young adult hikayesindeki karakterlerden ziyade bana Six of Crows serisindeki karakterler çok daha ilginç geldi, keşke tüm seri onların hikayesi üzerinden ilerleseydi. Alina ve hikayesi ise dediğim gibi tam bir fantastik soslu bir aşk üçgeni ve kimlik bunalımdaki bir ergenin kendini keşfi hikayesi. Eğer çok güzel ve derinlikli bir fantastik hikaye izleyeceğim diye buraya gelenler varsa hayal kırıklığına uğrayabilirler. Fakat benim gibi beklentiyi The Witcher serisi seviyesinde tutarsanız hoş vakit geçirebilirsiniz. Genel olarak eyyorlamam, evren yaratımı, prodüksüyon ve kostümler başarılı, oyunculuk ve senaryo olarak meh seviyesinde. Yine de fantastik edebiyatı ve sinemayı sevenleri eğlendirecek, hoş vakit geçirtececek çerez bir dizi olmuş.

Hikaye çarlık Rusya'sı esintileri barındıran kurgusal bir ülke olan Ravka'da geçiyor. Bu sebeple tüm karakterlerin ve mekanların adları Rusça. Ravka, nedeni bilinmeyen/ pek açıklanmayan sebeplerle kuzeyindeki ülke Fjerda (İskandinav esintileri) ve güneyindeki Shu (Uzakdoğu esintileri) denilen iki ülke ile  sürekli savaş halinde. Ravka, ayrıca Fold adı verilen bir sihirsel gölge bariyeri sebebiyle Doğu ve Batı diye ikiye ayrılmış durumda. Ravka'da small science denilen bir çeşit psişik güçlere ya da simya gücüne sahip insanlar var, ve bunlara Grisha deniliyor. Bu insanlar hem Ravka içinde tehdit görülen ve cadı avcılığına maruz kalan hem de sınır ülkeleri tarafından ikinci sınıf görülen insanlar. Fakat gölgeleri çağırma gücüne sahip bir Grisha, yanlışlıkla Fold'u yaratınca, Ravka kraliyet ailesi, Grisha'ları Second Army yani ikincil ordu olarak kullanmaya başlıyor ve birden değere biniyorlar. Grisha'ların eğitim gördüğü yer olan Little Palace ve kraliyet merkezi ise dünyadan Fold yüzünden tamamen izole olmuş, East Ravka bölgesinde. Ravka'daki birincil ordu tracker/takipçi , haritacı (cartographer) ve piyade (soldier) diye üç ayrı gruptan oluşan normal insanlardan oluşmaktayken, ikincil ordudaki Grisha'lar da kendi arasında güçlerine göre 3 gruba ayrılıyor, bunlar şöyle:

Corporalki: İnsan vücudundaki öğeleri manipüle edebilen Grishalar. Kendi aralarında yine Heartrender (kalbi kontrol edebilen, insanların kalbini durdurabilen ve aynı zamanda yatıştırabilenler), Healer (normal iyileştiriciler) ve Tailor (insanların görünüşlerini değiştirebilen ve ayrıca estetik cerrah gibi çalışabilenler) olarak üç gruba ayrılıyor. Kırmızı kefta denilen kaftanı giyiyorlar.

Etherealki:  (Summoners) Dünyadaki ateş, su ve hava gibi genel elementleri kontrol edebilen çağırıcılar (bkz. Avatar the Last Airbender).  Mavi renkli kefta yani kaftan giyiyorlar. Ateşi çağırabilenlere Inferni (bir nevi FMA'daki Mustang'e benzer güçlere sahipler), havanın hareketlerini ve basıncını kontrol edebilenlere Squaler ve suyu kontrol edebilenlere Tidemarker deniyor. Bunlar arasında çok nadiren gölge çağırıcılar (Shadow Summoner) ve ışık çağırıcılar (Sun Summoner) da doğabiliyor. İkincil ordu olan Grisha'ların komutanı ise Kaptan Kirigan adında bir shadow summoner. Çok nadir bulunan bir güç olduğu için yüzyılar önce Fold'u yaratan shadow summonerın soyundan olduğu düşünülüyor.

Materialki:  (Diğer adıyla Fabrikators) Bu grup bir nevi o evrendeki mühendisler ve mimarlar gibi, materyalleri manipüle edebiliyor. Mor renkli kefta giyiyorlar Kendi içinde yine Durast (cam, metal, tahta ve taşı manipüle edebilenler) ve Alkemi (kimyasalları manipüle edebilenler) diye iki gruba ayrılıyorlar. 

Sanırım evreni yeterince anlattığıma göre, evrene kıyasla o kadar da matah olmayan hikayeye geçebilirim. Ana karakterimiz, Alina Starkov yarı Ravkan ve yarı Shu olan melez bir kız (sanırım kitapta böyle değilmiş ama kimlik bunalımındaki bir ergeni melez yapmak bence güzel sembolik bir detay olmuş). Yetimhanede Mal diye çok yakın arkadaşı olan bir çocukla beraber büyüyorlar. Mal ve Alina zamanında Grisha olup olmadıklarını test etmek için kan örneklerini almaya gelenlerden kaçmışlar, çünkü eğer biri Grisha çıkıp diğeri çıkmazsa birbirinden ayrılacaklar diye korkmuşlar (çünkü Grisha çıkan çocuklar Little Palace'a zorla götürülüp eğitiliyor). Yıllar sonra Alina haritacı olarak (cartographer) birincil orduya katılıyor ve tracker olan Mal'la tekrar bir araya geliyor.  Mal, Fold'u squallerlar tarafından kontrol edilen bir gemiyle geçmeyi hedefleyen bir göreve atanınca Alina, Mal'dan tekrar ayrı kalmamak için bir işler karıştırıp kendini de o göreve dahil ediyor. Fakat gemi henüz çok az ilerlemişlen Volcra adı verilen uçan korkunç gölge yaratıkları tarafından saldırıya uğruyor ve Alina Mal'ı kurtarmak için içgüdüsel olarak ışığı çağırarak herkesi ilk bölümde kurtarınca özel güçlere sahip ama kendinden habersiz, kimlik bunalımlı ana karakterimiz kendini belli ediyor.  Alina, bu çok özel güçleri sebebiyle direkt ikincil ordunun komutanı ve Grisha'ların eğitildiği Little Palace'ın başkanı kaptan Kirigan'ın (Ben Barnes) dikkatini çekiyor ve Kirigan'ın emriyle zorla Mal'dan ayrılıp saraya eğitime gönderiliyor. Amaç, Alina'yı yeterince güçlendirip Fold'u yok etmek için kullanmak...

Bunun dışında ilk bölümde diğer yan karakterle tanışıyoruz. Crow Club adı verilen Ketterdam'da (kurgusal Amsterdam) bir kumarhane sahibi olan Kaz Brekker, sebebini yine pek öğrenemediğimiz bir sebeple bir intikam hikayesi olan bir karakter, muhtemelen intikamının sebeplerinden biri olacak bir sebepten dolayı topallıyor ve bastonla yürüyor. Kaz'ın ekibindeki üyelerden Inej, 14 yaşındayken Suli ailesiyle akrobasi gezgin turundayken köleciler tarafından kaçırılmış ve ailesinden ayrılıp Grisha'ları ve özel yetenekli bazı insanların zorla çalıştırıldığı kerhane gibi bir yere satılmış, çok yetenekli ve cool bir kadın.  Diğer Crow Club üyesi ise Jesper adında silahlarla ve atışlarla arası çok iyi olan ama daha çok düzensiz, kumarbaz ve ayyaş ama bir hayli de komik ve sempatik olan bir gay karakter. Bu üçlü, hırsızlık çetesi gibi büyük soygunları kovalıyorlar ama yine de kendi içlerindeki bağlarla ahlaklı bir takımlar (Robin Hood çetesi gibi).  Kaz ve ekibi West Ravka'da Alina'yı kaçırıp getirenlere 1 milyon ödül verileceğini öğrenince hem Inej'in köle çek defterini kapatıp onu oradan tamamen kurtarmak hem de zengin olmak (muhtemelen Kaz'ın Pekka Rollins'ten intikamını almak) için bu göreve atlıyorlar. Fakat bunun için Ketterdam'dan East Ravka'ya gitmek yani bir çare bulup Fold'u geçmek zorundalar. Bu karakterlerin olduğu seriyi de okumadım, fakat Alina'nın hikayesinden daha az ergen olacağına ve daha güzel olacağına eminim. Diğer karakter olarak bize Kirigan için casusluk yapan çok yetenekli bir Corporalki olan Nina Zenik ise bağımsız bir hikayede. tanıtıldı. Çünkü Nina, önce Kaz ve ekibini karşılaması gerekirken cadı avcısı Fjerdanlar ve onların komutanı Matthias tarafından kaçırılıp köle gemisiyle Fjerda'ys götürülüyor. Sonra şans bu ya, gemi batıyor ve hayatta kalmak için Matthias'la birlik olmak zorunda kalıyorlar ve Jon Snow- Ygritte çakması bazı romantik anları beraber geçirince iki düşman halktan olan bu karakterler birbirine aşık oluyorlar. Şimdi en azından 1. sezon itibariyle Kaz ve ekibiyle Nina & Matthias'ın hikayesi görüldüğü gibi ana Shadow and Bone hikayesi yani Alina'nın hikayesinden epey kopuk. Yine de hikayeyi tipik young adult ergen fantastik hikayesi olmaktan bir nebze kurtarmış desem yalan olmaz.

Peki her şey iyi hoş da, eleştirilerim neydi, hangi kısmı çok ergendi diye sorarsanız sanırım o kısma spoilerla girmek zorundayım yoksa tüm hikayeyi anlatmış olurum:

---- Spoiler ---

Alina saraya götürülünce ilk başta Mal'a her gün mektup yazıyor. Mal da her gün onu düşünüp kendisi de mektup yazmasına rağmen Kirigan ve ekürileri sebebiyle bir türlü bu mektuplar birbirine ulaşmıyor. Sarayda kendini yalnız hisseden ama bir yandan Harry Potter gibi kurtarıcı olarak görülüp saygı gören Alina bir Grisha olarak kendini keşif sürecine giriyor.  İlk başta sürekli Baghra adı verilen öğretmenin baskısına rağmen ışık çağırma gücünü bir süre tam kapasitesiyle kullanmayı beceremiyor. Bu sırada Kirigan sürekli ona puslu puslu bakışlar atıyor, sen çok özelsin, ben seni anlıyorum, çünkü ben de bu özel gücüm yüzünden diğer insanlar tarafından dışlandım, diyor. Fold'u yararan black heretic'in soyundan olduğum için herkes benden iğrendi ve aynı zamanda korktu, çok yalnızım ve senin gelmenden mutluyum ayajları yapıyor. Yani sen de benim gibisin, biz beraber Fold'u yok edebiliriz ve bir ekip olabiliriz diye sürekli cringe serenadlar yapıyor. Mal'dan bir süre sonra umudunu kesen Alina ise, Kirigan yani Aleksander'ın cazibesine dayanamıyor ve kendini onun kollarına atıyor (bkz. Twilight, bkz. True Blood), lol. Ayrıca Mal'dan vazgeçince de birden gücünü aktive edebildiğini farkediyor. Sanırım burada yazar, Alina'nın sürekli Mal'dan ayrılmaktan korktuğu için asıl karakterini ve Grisha yanını baskıladığını ne zaman ona let it go diyince tam anlamıyla kendiyle barışabildiğini anlatmak istemiş ama bunu pedofilik Kirigan'ın tuzağına düşmeden de yapabilirdi bence, neyse. Burada bir aşk üçgenine girerek young adult serisi yolunu net çizgilerle çizmişler, maalesef.  Çünkü iki karakter var, birbirine çok aşıklar (Mal ve Alina) ama duygularını hiç açamamışlar, birden hikayeye evil sexy karakter (Aleksander) giriyor ve esas kızın aklını çeliyor. Tanıdık gelmedi mi? Zaten hikaye bir nevi fazla beklendik ilerlediği için bazı klişelerden kaçamadığını ileride de sık sık görüyoruz.

Bir de Alina'nın Aleksander ile yiyişmeye başladığı bölümün sonunda öğretmen Baghra'nın aslında Aleksander'ın annesi olduğunu öğrenmemiz ve Alina'yı uyarıp aslında Kirigan'ın aslında takma bir soylu adı olduğunu söyleyip Alexander'ın aslında yüzyıllar önce Fold'u yaratan black heretic, Darkling olduğunu açıklaması biraz aceleye getirilmişti bence. Sanırım bu 5. bölümdü, bundan sonra zaten ilginç olabilecek hikaye potansiyeli git gide, biraz lise tiyatro kulübünün piyesine döndü. Herkesin ayılıp bayıldığı Darkling yani Aleksander karekterini de pek beğenmedim açıkçası. Ben Barnes'a bayıldılar diyeceğim haydi, Stardust ve Narnia'dan hatırlarım kendisini o zaman baby face bir insandı, fakat şu anki haliyle bence ortalama eli yüzü düzgün bir Britiş beyi. Yani sokakta görsek belki dikkat çeker, ama sinema endüstrisinde ortalama düzgün yüzlü biri bence. Ya da ben kendisinden Westworld'de oynadığı Logan karakteri yüzünden soğumuş olabilirim, hahaha... Yine de burada oynadığı karakter, Darkling de sevilesi bir villain değil ki.. Manipülatif, bencil, güç düşkünü ve pedofili (Alina karakterini kitaplardaki gibi 17 yaşında ve kendisini de birkaç yüzyıl yaşında olduğunu sayarsak gayet de makul bir tabir) bir kötü adamı oynuyor. Sürekli Cersei gibi ağzını eğe eğe konuşuyor. Ayrıca yüzyıllardır yaşayan tüm kraliyet ailesini parmağında oynatan biri olarak zeki ve bilge olmasını bekleriz, ama bildiğin lame. Alina'yı tavlamak için Mal'a sevdiği çiçeği testmiş gibi sorup sonra gidip kıza o çiçekleri veriyor, güya çok güçlü bir büyücü ama sürekli Mal'la sidik yarıştırmaya çalışıyor ve aşk üçgenciler mutlu olsun diye yine ergen Mal'la yumruk yumruğa dövüşüyor ajskasjak. Bana şahsen seksiden çok ezik ve komik geldi. Neyse ki Alina, kim olduğunu öğrenince Darkling'İn başka oyunlarına düşmüyor. Buradan bir artı puan kazandı. Haydi, yine iyisin Alina.

Mal ve Alina, Alina Aleksander'ın kim olduğunu öğrenip Kaz ve ekibinin yardımıyla saraydan kaçınca tekrar biraraya geliyor. Fakat oradan uzaklaşmak yerine Aleksander'ın boynuzlarını güç amplifierı olarak kullanmak istediği sihirli geyiğin (bunu da Mononoke Hime'deki shishigamiye benzettim) peşine düşüyorlar. Niye çünkü ondan önce Alina'nın bu gücü ele geçirmesi lazımmışmış, ama hikaye yazımındaki gidişat çok açık: aslında geyiği tek başına bulamayacak olan Aleksander bunları takip edecek ve geyiği bunlardan önce öldürecek, zönk. Daha hikaye ilerlemeden bunu görebiliyoruz. Neyse beklediğim gibi oluyor ve Darkling yani Aleksander geyiği ele geçiriyor. Bir Tailor yardımıyla geyiğin boynuzlarını Alina'nın boynuna modifiye ediyor (bildiğin derisine gömülüyor, hafif rahatsız ediciydi bu kısım) ve kendi eline de koyduğu bir metalle Alina'nın gücünü kontrol altına alabilen resmen bir tasmayı Alina'ya takıyor. Sonra Alina'yı geminin güvertesine zincirleyip bazı insanları Fold'u yok edeceklerine ikna edipkendine katarak Fold'un ortasına doğru ilerliyorlar.  Fakat Darkling, Fold'u yok etmek yerine daha da genişletip Novobirsk kentini yok edip, gemidekilere "bakın Sun Summoner'ın gücü de artık bende artık ayağınızı denk alın, Grisha'ları rahat bırakın" nutuğunu atıp evil kahkasını atıyor. Bu noktada da Alex'in kazık attığı eski fuck buddy'si olan squaler Zoya'nın taraf değiştireceği de gün gibi ortadaydı ki, çok gecikmeden o da oldu. Neyse Kaz, Inej, Jesper, Zoya ve Mal'ın yardımıyla Darkling'i alt edip kendi yarattığı Volcra'lara yem olarak atıp ondan kurtuluyorlar. Bu sahnelerde oyunculuklar epey zayıftı, özellikle Mal ve Alina'nın "don't say meet me at the meadow" sahneleri cidden okul piyesi seviyesindeydi. Onların yanında Ben Barnes bence yine hakkını vermeliyim ki, gayet itici Darkling karakterini son derece başarıyla sergilemiş. Neyse bölümün sonunda aslında Darkling'in tabii ki de ölmediğini ve tam tersine gölgeden ordusuyla tam gaz ilerlediğini görüyoruz. Alina ve Mal ise kaçışa geçiyor ve bir gün Alina yeterince güçlenip Fold'u kendi başına yok edeceğine söz vererek sezonu bitiriyor.

----- Spoiler ends------

Özetleyecek olursam evren yaratımı, prodüksüyon ve kostümlerle 8/10, oyunculuk ve hikaye anlatımıyla 6.5/10, overall 7.5/10 olmuş. Fantastik severleri eğlendirecek çerezlik bir Netflix dizisi izlemek isteyenler buyurabilir.


1 Mayıs 2021 Cumartesi

Hyrule Warriors: Age of Calamity

 


Ailenizin yeni yetme gamer'ı geldi, efendim. Breath of the Wild'dan sonra bu oyunun trailer'ını görünce çok heyecanlanmıştım. Doğum günümde hediye olarak da gelince hemen işe koyulup oynamaya başladım. Oyunda 30 saat üzeri geçirip yan görevlerde yeterince zaman harcayıp, ana görevlerin de 60%'ını falan tamamladığıma göre bence artık blog postu da yazabilirim.Bu oyun hikaye olarak Breath of the Wild'dan 100 yıl önce Calamity Ganon'un uyanmasını ve Divine Beast'lerin savaşını anlatıyor. Bunu da bize corrupt olmadan önce minik bir druid'in yani gardiyanın zamanda geri giderek Zelda'yı uyarmasıyla gösteriyorlar. Bu küçük gardiyan da bize sürekli Zelda ve Link'in yanında bipleye bipleye dolaşarak biraz R2D2 havası vermiyor değil. Eğer BOTW 2 gibi açık haritada aşırı geniş evrenin birçok karakterle keşfi gibi bir oyun bekliyorsanız, hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Çünkü bu oyun evren olarak BOTW'daki Kakariko, Hateno, Gerudo, Zora, Akkala, Death Mountain, Tabantha Frontier gibi aynı lokasyonları ve hatta aynı dizaynları barındırsa da açık harita oynanan bir oyun değil.  Onun yerine daha çok görevler ve dövüşe dayanıyor (wikipedia'ya göre hack and slash oyunu). Fakat amacınız Hyrule'da vakit geçirmek, divine beast pilotlarını ve diğer yan karakterleri daha iyi tanımak, bol bol cut scene izleyerek Link  BOTW'da Shrine of Resurrection'da uyanmadan önce Ganon'la 100 yıl önceki savaşta neler olduğunu görmek istiyorsanız, bu oyun daha çok size göre olabilir.

Oyunda ana görevler 7 chapter'dan oluşuyor: ilk başta divine beast pilotlarını tek tek memleketlerinde ziyaret edip onlar için bazı görevleri tamamlayıp (veya onlarla savaşıp) onları Zelda ve Link'e katılmaya ikna ediyorsunuz sonra yiga clan, Korok Forest gibi beraber keşfedilen görevlere dalıyorsunuz ve en son ana görevler daha çok Ganon ve onu yenmeye dayanan missionlara dönüşüyor. Bunun yanında onlarca yan görev var, ve yan görevlerin çoğu zaman kısıtlamalı. Hatta bazıları ana görevden çok daha zor olabiliyor. Misal yan görevlerden birinde Link önce 4 dakika içinde 2 normal mokoblin, 1 fire mokoblin ve 1 hinox'u öldürüp açılan kapıdan geçince de 3 dakika içinde bokoblin ordusuna ek olarak 2 blue mokoblin, 1 fire mokoblin ve 1 lynel'i (oha) yenmesi gerekiyor. Oyun benim gibi dövüşlü savaşlı oyunlara çok alışık olmayanlar için bile BOTW'daki rune mekaniklerinin çok güzel yedirilmesi, özel güçlerin her karaktere özgü evrimi ile yine de çok zevkli bir hale gelebiliyor. Hatta oyunun zevkini exponential olarak arttırmak için en büyük tavsiyem ise dublajı Japonca seçmek! İngilizce altyazılar yine devam ettiği için karakterlerin 100 kat daha iyi Japonca seslendirilmesiyle interaktif bir anime deneyimi yaşayıp nerdgasm geçirebilirsiniz, benden söylemesi. Bundan sonra ilk işim BOTW'daki dil ayarlarını da değiştirip Japonca yapmak olacak :)

Bu oyunun özelliği diğer Hyrule Warriors oyunlarındaki gibi birden fazla karakterle oynanabilmesi. Link dışında Zelda, Impa, Mipha, Urbosa, Revali, Daruk, hatta ve hatta Hestu gibi çeşitli karakterlerle bu oyunu oynayabiliyoruz. Öyle tek karaktere takılı kalma durumu da yok, bir göreve 2-3 karakter birden gidip karakterleri haritada farklı noktalara yönlendirip görev boyunca karakterler arasında değişim yaparak görevi beraber takım halinde bitirebiliyorsunuz ki, bazen bu özellikle zamanla yarıştığınız yan görevlerde aşırı zevkli bir hale gelebiliyor! Diyelim ki Link, Mipha ve Impa ile gittiniz, Link'in yanında healer olarak Mipha'yı destek ekibi olarak tutup Impa'yı harita bitirilmesi gereken diğer zorlu görevlere gönderip onun canavar hızından ve keskinliğinden yararlanarak görevi hem vaktinde bitrip hem de extra XP'leri ve itemları toplayabiliyorsunuz. Karakterlere gelirsek en ama en favorim hatta bazen Link yerine tercih ettiğim Impa oldu. Onun dışında Link yine, bildiğimiz Link, yine konuşmuyor ama diğer karakterlerin Japonca seslendirmesi çok tatlı olmuş. Link ve Impa dışında Mipha'yı oynamak da güzeldi. Zelda aka Hime-sama ve Urbosa ise maalesef biraz hayal kırıklığı oldu bende. Urbosa'nın şarj edip kılıcıyla şimşekler çaktırması ve özel gücünün yeterince yıkıcı olması hoş olsa da kısa mesafe savaşlarda Impa ve Mipha'ya göre başarısız buldum. Zelda Hime-sama ise silahlarla değil sadece rune'larla savaşıyor. Rune kullanımında haliyle diğer karakterlerden üstün olsa da, kılıç ve mızrakla savaşamadığı için yine kısa mesafe dövüşlerde biraz savunmasız kalıyor. Zelda'nın diğer bir gücü ise bow of light'ı bulduktan sonra luminscience hale gelip daha güçlü olmasıymış. Henüz oraya gelmediğimden çok konuşamayacağım ama umarım o kısımlardan sonra Zelda daha aktif bir karakter olabilir, çünkü bu oyun için heyecanlarımdan biri de sonunda Link yerine Hime-sama'nın dövüşmesini de görebilmekti. Sheikah slate ile dövüşlerinde hayal kırıklığı olsa da umarım Bow of Light'ı kuşanmış Lumiscience Hime-sama beklentilerimi karşılar. Onun dışında, Revali'nin uçuyor olması ve havadan bombalar yağdırabilmesi diğer karakterlere göre biraz avantaj kazandırsa da kendisi tam bir smug bastard olduğu için onun karakteriyle oynamak çok içimden gelmedi pek. Daruk ise her zamanki Goron sıkıcılığında, hem BOTW için hem de bu oyun için bence Goron kısmı olmasa da olurmuş ama belki onun da seveni vardır. Bir bak Akkala'ya, Gerudo'ya, Zora'ya bir de Goron'a... Hiç yani!  Hestu ise daha çok komik bir karakter olmuş çünkü, dövüşmek yerine makaralarıyla dans edip diğer Korokları çağırıyor ve böylece düşmanları tokatlıyor, ahaahaha.

Bu postu bitirmeden oynamayı sevdiğim üç karakterin güçlerini biraz daha detaylı açıklamam isterim:

Impa (The best girl!)
                                             image: linkmstr youtube

Impa, aka royal advisor BOTW'daki yaşlı haline kıyasla burada yani 100 yıl önce, torunun çok benzeri minyon bir hatun. Silah olarak Kakariko kodachi ve faithful kodachi kullanıyor, kartlar ve sheikah kabilesine özgü takdikle  gayet dakik ve hızlı normal ataklarını yapıyor. Özel gücü ise düşmanlardan 3 tane ve daha fazla sembolü absorbe ettikten sonra shadow clone'lar oluşturabilmesi attack barı dolunca da özel bir bomba gücüyle düşmanın health bar'ının canına okuyabiliyor. Sembol absorbe etmesi kolay olduğu için atak barı kolayca dolabiliyor ve bunu birçok kez tekrarlayabiliyor. Özel bomba atağı sembol absorbe etmeden kocaman komik bir kurbağa olarak çıkarken sembol absorbe ettikten sonra bomba varillerini düşmanın etrafına döşeyip havadan patlatmasıyla oluyor. Impa özellikle yiga klanı gibi hızlı hareket eden ve kalabalık düşmanlara karşı ideal, canavar gibi hepsinin hakkından kolayca gelebiliyor. Rune kullanırken stasis ve bomba atakları da çok etkili. Büyük ve güçlü düşmanları da hızlı ataklarıyla yenebilirken, kalkanı olmadığı için bir vuruşta çok canını alabilen yiga başkanı Sooga, hinox veya muldoga canavarı gibi düşmanlara karşı Link'e karşı dezavantajlı ama bu genelde görevlerde Mipha yerine Impa'yı tercih etmeme bu engel değil. Çünkü bu kız süper, Impa go ma girl!

Mipha (minna o mamorutai!)

                                           image: Polygon

Link'e platonik aşık olan Mipha'yı BOTW'dan zaten tanıyoruz. Impa kadar olmasa da bu oyunda favorilerimden oldu. Mipha trident ya da Zora spear ile havadan ataklar yapabiliyor ve balık gibi süzülerek çok hızlı koşabiliyor. Özel atağı bir su hüzmesi fışkırtarak kendini de havalandırmak, attack barı dolunca ise heart'larının çoğunu doldurup düşmanları kısa süreli püskürtebiliyor, ayrıca healer'lık görevi sadece kendine değil de, kendi perimetresinde olan diğer karakterlerin de kalplerini yenileyebildiği için uzun süreli ve bol hasarlı görevlerde takımda olması gereken bir karakter. Impa kendi başının çaresine bakabilse de Link ve Mipha'yı genelde aynı lokasyonlara gönderip garanti altına almayı daha yararlı buldum. Özellikle Tabantha Frontier'de Revali'ye karşı bir savaşta bombalardan çok zarar gören Link'i rejenere ederek çok işe yarar bir takım arkadaşı oldu. Ayrıca görece yavaş hareket eden ama molduga gibi canavarlara karşı da bu rejenerasyon yeteneği çok etkili oluyor. Sadece normal rune özelliklerini, bomba atağını pek beğenmedim çünkü Impa ve Link gibi precise değil, sadece bombayı kendi önünde yuvarlayarak atıyor sonra bomba birden fazla patlama yapıyor. Stasis yeteneği ise eh işte.

Link-u (The Silent Knight)

                                            image: Polygon

Gelelim sessiz oğlan Link'e. Link normal attaklarında tek el ve çift el silahları ve genel olarak BOTW'daki tüm ekipmanları kullanabiliyor. Çift el kullanılan silah atakları (balta vs) daha güçlü olmasına göre yavaş olduğundan çok etkin bulamadım.  Tek el silahlarda ise epey hızlı ve etkin ama çift el silahlar kadar güçlü değil. Asıl olayı master sword'dan sonra oluyor, o zaman hem önüne geleni hıphızlı yarıp biçerken hem de atak barını hızlıca doldurabiliyor. Rune kullanımında bombayı birden fazla atabilmesi etrafı düşmanlarla çevrili olunca iyi işe yarıyor. Onun dışında ok atabilmesiyle de hinox'lara ve stone thaluslara karşı yine Link'i en etkili karekter yapıyor. Özel gücü ise atak barı dolunca (özellikle master sword'la çok daha etkili) kılıcının parlayıp etrafında bir dönme turu atarak düşmanın health bar'ını epeyce indirebilmesi. Hadi yine iyisin Link, Hime-sama'ya iyi göz kulak ol.