28 Şubat 2021 Pazar

The Expanse 5. sezon




The Expanse'in 5. sezonu Aralıkta başlamasına rağmen biraz underrated (Jeff Bezos'un diziyi satın alıp Amozon'a geçirmesi kısmını saymazsak) bir dizi olduğundan ve pek reklamı dönmediğinden tüm bölümlerinin yayınlanmasını bekledikten sonra bitirdim. Sezonun ilk bölümleri çok gaz ve güzelken sanki ortasında doğru Naomi ve eski ailesi üzerine filler bölümlerle ilerledi. Neyse ki sonunda yine toparladı ve öyle bitti. Fakat kanımce bu filler bölümler yüzünden çok güzel başlamasına rağmen 4. sezonun ortalama olarak bir tık gerisinde kaldı. Fakat insan ilişkilerini anlatımı olsun, politik detayları olsun (Free Navy, Belters ve milliyetçilik teorileri üzerine) yine de çok güzel bir sezondu. Genel olarak sezonu yorumlarsam (genel değil, uzun oldu bu ama neyse...):

Sezona 4. sezonun bıraktığı yerden başlıyoruz. Bobbie Draper Marslıların Kuşaklılara (Belter'lara) gizlice silah transferi yaptığını öğrenip Avasarala ile irtibat kurmuştu. Marco Inaros'un bir şeyler karıştırdığını farkeden Ashford ise Marco tarafından uzay boşluğuna atılarak ölmüştü. Bu sezon da aslında bu silahların Mars'ın görünmezlik (stealth) teknolojisi olduğunu ve Marco Inaros'un bunu bazı meteorları Dünya'ya görünmez şekilde fırlatarak saldırıda bulunmak için kullandığını öğreniyoruz. Babası Marco tarafından beyni yıkanan oğlu Philip'i uyarmak için Naomi, Rocinante'den ayrılıp Pallas'a gidiyor. Fakat Philip annesine inanmadığı yetmiyormuş gibi Naomi ve Pallas'a gelmek için satın aldığı gemisi Chetzomaka'yı rehin alıyor. Naomi'nin hikayesi buraya kadar güzeldi ama ondan sonrası biraz filler'a girdi, oraya sonra geleceğim. Naomi ekipten ayrıldıktan sonra aslında Roci ekibindeki herkes bir yerlere dağılıyor ve hikaye farklı kollardan ilerliyor. Dünyada bir işi olduğunu söyleyen Amos sırt çantasını aldığı gibi gidiyor. James Holden Fred Johnson'ın yanına gidiyor ve peşine gazeteci Monica ile takılıyor (Naomi suratsızından sonra Jim ve Monica uyumu da gözümden kaçmadı değil). Alex ise yıllar önce terkettiği oğlunu ve eski karısını görmeye gidiyor, reddedilince Bobbie ile Mars'ta biraraya geliyor (bunlar da güzel bir ikili olmuştu aslında, neyse ehem konumuz shipping değil.)  

Bu arada Camina Drummer'ı da görüyoruz kendi ekibiyle, bence hikayedeki en karizmatik kadın karakterlerden birisi kendisi, diğeri de tabii ki Avasarala (sen git, suratsız Naomi, sevemedim seni). Camina Ashford'un Inaros tarafından öldürüldüğünü onun gemisini ve ölmeden önce bıraktığı ses kaydını bulunca öğreniyor. Daha önce airlock'a hapsebildikleri Inaros'un serbest bırakılmasının sebebi kendi olduğu ve Ashford'a döndüğünde beraber içecekleri viskiyi vermediği için vicdan azabı duyuyor ve önce Inaros'tan intikam almak istiyor. Fakat kendi ekibini korumak adına (ve dünyalıların için bütün Belterlar bir gün terorist ilan edileceği ve onların başka şansı olmadığını düşünerek) Inaros'un ekibi olan Free Navy'ye katılmaya karar veriyor (daha doğrusu katılmış gibi görünmeye).  

Free Navy olayı aslında pek çok ülkedeki ezilen azınlığın içinden nasıl ekstemist grupların terorizme kadar nasıl ilerlediğinin çok güzel bir örneği. Inaros, aslında sadece kendini düşünen tam bir piç kurusu ama karizmatik bir lider. Bu sezonun genel politik konusu Free Navy ve aslında ekstremist olmayan ve sadece Belter haklarını savunan diğer fraksiyonlar üzerineydi zaten (Camina ve ekibi gibi). Yeni portallerın ve onların ötesindeki yaşam olan yeni gezegenlerin keşfiyle güç dengeleri değişiyor, çünkü Belt bu portallarla Inner gezegenlerinin tam ortasında. Inaros, Belter'ların kendine ait ordusu olmadığını, şimdiye kadar oksijeninden suyuna kadar yoksun bırakılan bir halk olduğunu ve artık haklarını ele almak için The Inners'a (Dünya ve Mars'a) meteor saldırısı planladığını savunuyor. Böylece Dünya ve Mars'ın şu ana kadar onları sömürmelerinin yettiğini, onların kendi atmosferinde kalabileceğini ama uzayın Belter'lara ait olduğunu ve uzayda yeni gezegenlere açılan portallardan Belterlar için hak iddia edebileceklerini söylüyor. Bunun için Naomi'nin geçen sezon Fred Johnson'a verdiği protomolekül parçasını ele geçirmek için Fred Johnson'ı öldürtüyor ve protomolekülü onun istasyonundan çalıyor (buraya kadar ortalıkta gezinen Holden Johnson'ın ölümünü izlemekten ve Monica ile konuşmaktan başka bir şey yapmıyor tüm sezon). Sonra Inaros'un bu protomolekülü savaş gemileri ve stealth teknolojileri karşılığında Marslılara sattığını öğreniyoruz. Marslıların bu kontrolsüz biyolojik silah gibi hareket eden, karadelik ve portallar açan ve ayrıca kendisi de bir bilince sahipmiş olan protomolekülü neden satın aldığını ise sanırım daha iyi bir şekilde önümüzdeki son sezonda öğreneceğiz. Şu anki  tahminlerim, terraforming meraklısı Marslıların protomolekülü kullanarak kendi atmosferini ve yaşam alanını hatta gezegen sistemini oluşturmak olduğu üzerine.

Avasarala ise seçimi kaybettikten sonra düşük statülü bir politikacı da olsa Marco'nun bir şeyler karıştırdığını öğreniyor (Bobbie yardımıyla) ve yeni senatör Guo'nun konseyini ikna etmeye çalışıyor. Hatta bu görünmezlik teknolojisinin üstesinden gelip bu meteorların dünyaya çarpmadan vurulması üzerine gözlemci kuleleri kullanmayı da içeren bir planla geliyor. Fakat Guo ve ekibini ikna edene karar Dünyaya iki meteor çarpıp milyonlarca insanı öldürüyor çoktan. Hatta 3. meteor Guo ve ekibi helikopterdeyken geliyor ve onları da etkiliyor (burada öldüklerini varsıyorlar). Bu meteor çarpmalarından birinde Avasarala da maalesef eşi Arjun'u kaybediyor. Guo yerine atanan senatör neyse ki Avasarala'nın uyarı çabasını takdir ediyor ve kendi ekibine katılmasını teklif ediyor. Fakat Dünyaya yapılan saldırıya karşılık olarak komutanlardan biri (Felix'ti adı sanırım) yeni lideri Belter'ları vurmaya ikna ediyor. Bu sırada konseyde olan Avasarala, masum sivil olanBelterları öldürmenin onları daha çok polarize edeceği ve Inaros'un tarafına çekeceğini söyleyerek bu fikre şiddetle karşı çıkıyor. Hatta sonra sözü dinlenmeyince Ned Stark'ın Kralın Eli iken Daenerys'e karşı yaptığı suikast planına karşı çıktığı gibi masaya yumruğunu vuruyor ve bunun bir parçası olmayacağını söylerek istifasını istiyor. Onu takip eden üç konsey üyesi daha istifa ediyor. Bu fikir ayrılığından  güvenoyu oylaması yapılıyor, yeni konsey kuruluyor ve başkan yine sonunda Avasarala oluyor. Yay!

Aslında bu sezonun diğer güzel yerlerinden biri Amos'un geçmişini öğrendiğimiz kısmıydı. İlk bölümlerde annesinin evine gidiyor ve öldüğünü öğreniyor, annesinin o arada bir eşi olmuş ve adamcağız kendi yası yetmiyormuş gibi, Amos'un annesine iyilik için verilen bu evin kadın öldükten sonra ellerinden gideceği için endişeli. Buradan sonra Amos'un gerçek adının Timothy aka Timmy olduğunu ve annesinin bir hayat kadını olduğunu ve kendisinin de o ortama doğdunu öğreniyoruz. Ayrıca Amos Burton diye birinin kimliğini çalarak o hayattan kaçtığını da öğreniyoruz. Çocukluk arkadaşı artık mafya olan Erich'e annesinin eşine evi vermesi için ikna ettikten sonra tam Roci'ye geri dönecekken vazgeçip Avasarala yardımıyla Dünyadaki en güvenlikli hapisaneye gidiyor ve ilk sezonda tanıştığımız Clarissa Mao ile burada biraraya geliyor. Sonra plot armour olarak Dünya'ya meteorlar tam Amos, Clarissa'nın hücresindeyken çarpıyor ve o kargaşadan sonra Amos, Peaches'in pardon Clarissa'nın hapishaneden kaçmasına yardım ediyor. Clarissa hapiste çok değişmiş ve yaptıklarını telafi için çıktıkları yolda iyi bir insan olma yolunda ilerliyor. Amos'un bireysellik fikrine karşılık da mekiğe binip Ay'a kaçmak için vardıkları adada mahsur kalan insanları da mekiğe alacağını söylerek birlikte daha güçlü olacaklarını söylüyor. Hatta sadece ikimiz olsaydık, Erich'i ekibe katmasaydık çoktan ölmüş olurduk, bu insanlarla da birlikte daha güçlü olamayacağımızı nerden biliyorsun tarzı bir şey söylüyor. Neyse Amos'la beraber Ay'a vardıktan sonra artık Roci ekibine katılacağına göre artık son sezonda Clarissa'yı daha iyi tanıma fırsatımız da olacak.

Bu arada Mars'ta Bobbie ile biraraya gelen Alex, Mars'ın karıştırdığı olayların ortaya çıkmasına yardımcı oluyor. Bobbie ve Alex, tezat karakterler de olsa vatansever Marslılar olarak ülkelerindeki yozlaşmayı öğrendikten sonra hayal kırıklığına uğrayan ama adalet için savaşmaya karar veren güzel bir ekip olmuşlardı. Bobbie'nin yardımıyla Alex'in de önceden tanıdığı bir komutanın Free Navy'ye satılan gemiler ve silahlarda bir parmağı olduğu öğreniyorlar ve sezon boyunca biraz onu araştırıyorlar. Sonra Julie Mao'nun Razorback'i ile ikili olarak seyahate başlıyorlar.

Gelelim sezonun Naomi'li filler bölümlerine... Resmen toplamda üç bölüm Naomi'nin aile dramasını ve  Marco Inaros'un gemisinden kaçma çabasını izledik. Aslında yapacağı çok şey varken eski karısından intikam almaya odaklanan Marco'nun olayı bireyselleştirdikçe ne kadar başarısızlığa uğradığı kısmı çok insanca ve gerçekçiydi. Çünkü Marco, The Inners'a karşı verdiği savaştan dikkatini dağıtıp Naomi'nin gemisi Chetzomaka'yı tuzak olarak kullanarak Rocinante'yi vurmak için yeni bir plan yapıyor. Bunun arkasındaki gerekçesi ise Roci'nin Dünya için sembolik bir ekip olması ve onu yok etmenin bu sembolü de yok edeceği. Fakat bunun asıl nedeni karısının yeni sevgilisi Holden ve ekibini yok edip Naomi'den intikam almak. Tabii, Naomi bunu engellemek için kaçıp Rocinante'yi uyarmaya çalışıyor. Kendini kıyafetsiz olarak uzay boşluğuna atıp Chetzomaka'ya tutunarak binmek buna da dahil... Evrim Ağacı'ndaki makaleye göre kıyafetsiz olarak uzayda birkaç dakika hayatta kalmak mümkünmüş ama ondan sonra o kadar radyasyon yarası, dehidrasyonu ve oksijen sıkıntısı olan Naomi'nin nefesini tutarak Chetzomaka'daki tuzak yardım çağrısı mesajı durdurmak ve adına geminin orasını burasını kurcalaması biraz gerçek sınırlarını aştı. Aslında oyuncunun kötü performansı olmasa vay be ne badass kadınmış, tek kişilik büyük performans diyeceğimiz sahneler olabilirdi, ama kötü oyunculuk ve dizinin realite çizgisinin epey ötesinde olaylar gerçekleşip Naomi karafatma gibi bir türlü ölmeyince biraz uzadı. Neyse kraliçe Drummer da olaya dahil olup Inaros'a ihanet ederek Rocinante'yi yok etme planını bozuyor. Fakat sonunda olan Alex'e oluyor. Roci'ye kurulan tuzağı öğrenen ve Razorback ile gelip Naomi'yi kurtarmak için ışık hızını pek çok kez kullanan Alex, beklenmedik bir şekilde kalp krizinden ölüyor. Ve bu yine atladığı uzay boşluğundan Bobbie Naomi'yi astronot kıyafetiyle almaya gittiğinde, Alex Razorback'te otururken öylece hönk diye oluyor. O kadar şeyden sonra Naomi'nin ölmemesi ve Alex'in beklenmedik şekilde hemen ölmesi ve ekibin gerçek bir yas tutmaması çok garip gelmişti. Çünkü sempatik Marslı pilotumuz olan Alex sempatik bir karakterdi. Meğersem oyuncusu Cas Anwar pek çok kadına taciz davasından yargılandığından diziden atılmış ve karakteri Alex'e böyle apar topar bir ölüm sahnesi yazmışlar. Meğerse kitapta Alex hala hayattaymış, keşke recasting yapsalardı da bu şekilde öldürmeselerdi Alex'i ama bakalım belki son sezonda önemli bir rolü olmayacaksa yapım belki de böyle uygun görmüştür.

Bir sonraki sezonda Marslıların protomolekülle ne yapacağını ve Inaros ekibinin nasıl dağılacağını izleyeceğiz muhtemelen. Marco piçosu oğlunu "annen yine bizi terk etti" diyerek kendi tarafına çekti, ama son sezonda muhtemelen Philip taraf değiştirecek ve belki de babası Marco'nun öldürülmesine yardım edecek, göreceğiz.

17 Şubat 2021 Çarşamba

A dystopian dream

 I remember that in the old version of my blog (some of them are converted to the draft now), I also had some posts about the very detailed dreams I had. Last night I also had a very detailed fictional dream and since I still remember most of the details I'd like to write it in the form of a story (ALL BASED ON A DREAM):

Here we were in the square of a medieval Italian looking city on a hill. The balconies of the houses all seem to have a blue banner with a symbol on them. Half of the houses look mostly destroyed, some of them are still standing with some fractures on the facades. Initially I think the whole city looks abandoned but as we walk past the houses, I see some terrorized eyes of adults and their children creeping out of windows to check us. I'm with a broker, a teenage boy and his younger sister who looks around 8 years old. I don't remember how I met them. I only remember that I was walking for days in the countryside after the bombing raid to my city, just before everything turned into dust and ashes. Everything in my head is hazy. It looks like I have forgotten everything to escape the pain through madness. I don't know where I came from, I don't know how this war started.  I only know that it is all around the world and I found this brother and sister who looked as lost as me and I just feel that I have nothing else to do than protect them and look after them.

We approach a building with a fading green colour and proceed to the second floor. Then we stop in front of an apartment, the broker says   "there are many houses abandoned but I assure you that this is the best for your budget. I only want the commissions to guide you to the area, the house is empty and all yours", meanwhile he takes out a nanocolor tube!? from his pocket and opens the lid and fits the opening of the tube to the lock and we hear an immediate click sound. He says "amazing, isn't it, the hydrogen gas release is the best to force open these locks'??!! I can sell some of them to you because you might have some problems to keep the door closed without a key in other times". I say "thank you, we will find another way after we settle into the house. Maybe we can find a spare key hidden inside". Deep inside my head I think maybe I should buy a couple of tubes in case if we lock ourselves outside but I decide not to at the end.

We enter the apartment. It is a small one, maybe a little bigger than a studio. I see the small kitchen with a table which can allocate two and the broker shows us the rooms, well the room. There is a room with two futon beds on the floor, the blankets are deranged like someone just left the bed. Then there is a curtain in the middle of the room and behind the curtain there is another futon bed which looks like a double bed. I think maybe the house belonged to a family with two children. The teenage guy says "you paid so much to this fucking broker and he brings us to house which doesnt even have proper beds!". The broker laughs in mischief and says "well if you think you can find better beds in the street, you are welcome to go" while he caresses his goat beard (Now that I remember, he looked exactly like Little Finger, lol). "I would get rid of these kids, miss. In these times, they would bring you nothing more than trouble." I  say "the kids will stay with me, they have no one else but me." Well, I have no one else but them as well... I think. I tell the kids to settle into the first part of the room with two futon beds. They don't seem to have many things to unpack anyway. Now, I am left alone with the broker in the narrow corridor. I ask him "how the things work in this city, is there still a sort of economy? I and the kids don't have much money left. We have a shelter now, but we need to find food and sustain our lives from now on". He says "it is not as bad as it looks from outside. The life in this city more or less goes on still after the raids. Compared to the other places, most of the buildings for the offices or the industry are still mostly unharmed. They at least try to keep essential jobs running." I say "I can work in a lab! I know some chemistry and basic microbiology in applied science. For instance I worked with these nanocolor tubes you used for opening that door!" suddenly remembering some details about my past life. "Is there any sort of jobs like that?". "There can be, there can be... I will ask around and let you know. Of course the knowledge comes with a cost." he says. Why am I not suprised at all? 

At the end, the broker leaves and says "we will be in touch, miss!".  I call the kids and we search the house for food and other inventories. It appears that owners of the house left just with their personal belongings. All other things with bathroom and cleaning supplies are still present in the house. To our luck, we find quite some food. Most of them are canned food and legumes but that is more than enough for our starving tummies. We prepare a meal with rice and canned beans. The little girl seems to be the most happy one after she finds an unopened jar of peanut butter. After we fill our stomachs, I explain the plan I was forming in my mind for a while: Since there are still many people in the building we are living,  in case the neighbours question, we will pretend like we are the relatives of the house owners. We will search all around the house and find their official documents with their names and other information to strengthen our claim. I will try to find a job with the help of the broker and bring necessary food to the house. Then the teenage boy exclaims "I can also work! I am strong enough and it is my duty to care for my sister." I say "I bet you can, we should search for jobs for both". I look at the the little girl in confusion and tell her that "don't worry, we won't try to leave you alone in the house all the time. you will need to get home schooled by us though." She just nods, I realize that the poor girl didn't even speak a single word since we came across. Later, we all realize how exhausted we are. We directly go to our futon beds and fall into deep slumber.

After this dream goes a bit wild, I find myself in a reality show which ends up as a job interview. I still think that I am looking for this job for looking after myself and those kids in the same universe but everything is so weird. I am in a stage and hundreds of people are looking at me while I present what I did during my PhD and what kind of jobs I can perform well. The people who are watching me are dressed like a dystopian future fashion like in the Hunger Games, lol. Then I just woke up in the pijamas I didn't remember even wearing them.

Thanks for reading until now!


13 Şubat 2021 Cumartesi

Thief of Time by Terry Pratchett


Quotes:

"Building a human was easy, the Auditors knew exactly how to move matter around. The trouble was that the result didn't do anything but lie there and, eventually decompose.This was annoying, since human beings, without any special training or education, seemed to be able to make working replicas quite easily."

... They built a woman. It was a logical choice. After all, while men wielded more obvious power than women, they often did so at the expanse of personal danger,.. Beautiful women often achieved great things, on the other hand, merely smiling at powerful men. "

"Of course someone would be that stupid. Some humans would do anything to see if it was possible to do it. If you put a large switch in some cave somewhere, with a sign on it saying 'End-of-the-World Switch. PLEASE DO NOT TOUCH', the paint wouldn't even have time to dry. "

"This is true. A chocolate you did not want to eat does not count as chocolate. This discovery is from the same branch of culinary physics that determined that food eaten while walking contains no calories."

"Susan, can you imagine what it is like to experience taste for the first time? We built our bodies well. Oh, yes. Lots of tastebuds. Water is like wine. But chocolate... Even the mind stops. There is nothing but the taste. " She sighed. "I imagine it is a wonderful way to die."

Kitap review'ı konusunda çok iyi değilim ama bazen okuduğum kitapların genel detayları dışında unuttuğumdan belki de self-note şeklinde yazarsam geri dönüp okurum diye düşündüm. Bu kitap Terry Pratchett'ın geniş hayal dünyasını yansıtan Discworld serisinin güzel örneklerinden biri. Yaklaşık 2 yıldır kitaplığımda duruyordu ama doktoradan dolayı bir türlü vakit bulup başlayamıyordum. Hazır e-reader'ım error vermişken fırsattan istifade noel tatili zamanı İstanbul uçuşunda yanıma aldım ve ocak ayı sonunda da bitirdim.

Kitapta ana karakterlerimiz; Reaper Man ve Mort kitaplarından da tanıdığımız karakter olan Death ve torunu Susan Sto Helit, saatçiler sendikasında öksüz olarak büyümüş olan Jeremy, hırsızlar sendikasında öksüz olarak büyüyen ve sonra sonra kendini zamanı ve tarihi kontrol eden History Monks'lar arasında bulan Lobsang ve Lobsang'in güçleri sahte mi değil mi son ana kadar çıkaramadığımız tarih rahiplerinin hademesi olan Lu-Tze'den oluşuyor. Ana villain olan karakterler bir nevi uzaylı formunda olup dünyanın ve evrenin düzenini inceleyen Gözeticiler yani Auditors. Bu Auditors olayını Fringe dizisindeki kel kafalı gözetmenlere benzettim, insanları ve duyguları ve evreni sadece data olarak algılayan bu yaratıklar, villain olarak gerçekten çok başarılıydılar. Fakat bu kitapta Auditors'ın kendileri aslen gri balçık ve duman formunda yaratıklarken insan doğasını anlamak için önce aralarından birini güzel bir kadın formuna sokup olaya fitne karıştırıyorlar. Lady LeJean isimdeki bu auditor, müşteri kılığında zamanı anlama ve saat yapma konusunda bir dahi olan Jeremy'nin dükkanına gelip ona zamandaki her salisenin tikiyle beraber hareket eden aşırı dakik ve mükemmel olan bir cam saati yapmasını söylüyor. Auditors'un asıl amacı bu saat ile zamanı durdurup insanların yarattığı olasılıksızlığı ortadan kaldırmak. Auditors'ın planını farkeden Death torunu Susan'ı bu olayı çözmek için görevlendirirken kendisi de mahşerin dört atlısını toplayıp Auditors ile savaşmaya gidiyor. Plot twist olarak mahşerin aslında beş atlısı olduğunu ve bunun ilkinin Kaos/Chaos olduğunu ve daha sonra kendini emekli edip sütçü Ronnie olarak dolaştığını öğreniyoruz. Susan dışında saati bulma görevine History Monks'ların bile gizemini çözemediği başka bir dahi karakter olan Lobsang ve komik hocası Lu-Tze de katılıyor. Çünkü zaman durduğunda kendi zamanıyla haraket edebilenler de normal insan olmayan bu karakterler.

Savaşın sonunda çokluktan bireyselliğe geçen ve kendini iyice insan hissetmeye başlayan Lady Lejean aka Unity'nin de yardımıyla Auditors'ı çikolata yedirerek öldürebileceklerini keşfediyorlar ve Auditors'ların çoğu death by chocolate ile yenilgiye uğrarken en son saate ulaşan Lobsang zamanı History Monks'ların tepesindeki makaralarla tekrar başlatıyor. Meğersem Lobsang ve Jeremy bir ruhun iki bedene bölünmesiyle oluşan aynı kişilermiş ve annesi Zaman'ın ta kendisiymiş. Hikayenin sonunda Jeremy ile birleşen Lobsang (Lobsang karakteri daha baskın kalıyor çünkü) annesi Zaman ve babası Wen the Eternally Suprised'ı tatile gönderip Zaman'ın kişiliğini kendi devralıyor. Sarkastik kişiliğimiz Susan ise öğretmenlik görevine geri dönüyor.

Özellikle Susan'ın komik ve sarkastik kişiliğini daha net tanımak ve Auditors gibi evreni data olarak gören yaratıklarla tanışmak güzeldi. Hala en sevdiğim Discworld kitabı yaptığı müthiş din alegorisinden dolayı Small Gods olsa da, Death karakterinin aktif olduğu Mort kitabından sonra sevdiğim ikinci Death karakteri bazlı Discworld kitabı da bu oldu.


WandaVision

 

                                             image: Vulture

Amerikan sitcom esintileri yüzünden izleyip izlememekte tereddüt edip başlayınca iyi ki başlamışım dediğim bir mini dizi olan Wandavision'dan biraz söz etmek istiyorum. Klasik bir Amerika kasabasında yine tipik Amerikalı tiplerle ve abartılı Amerikan aksanıyla konuşan komşularla yaşayan evli Wanda Maximoff ve Vision'ın 1950'lerde siyah beyaz film olarak başlayan macerası daha sonra bambaşka bir yere evriliyor. Biraz Stranger Things biraz da Haruhi Suzumiya esintileri de yok değil. İlk bölümler bayağı durağan olsa da Amerikan dizilerine yapılan parodilerle ve özellikle Elizabeth Olsen'ın güzelliğiyle gayet keyifli geçiyor. Dikkat bundan sonrası spoiler içeriyor, 5. ve 6. bölümü izlemeyenler okumasın bence:

Dizi aslında The Avengers: End Game ve 3 yıl sonrasını konu alıyor. Thanos Infinity War'da Vision'ı öldürüp parmak şıklatmasıyla dünya nüfusundaki canlıların yarısını sildikten sonra Wanda'ya ne olduğunu bilmiyorduk. Vision'ın ölümünden sonra travma geçiren Wanda bu klasik Amerikan kasabasını yaratıyor. Vision ile bu kasabada geçen ve 1950'lerden 1990'lara kadar hızlı zaman akışı yaşayan bu kasabadaki herkes (kapı komşularından Vision'ın sıkıcı ofis işindeki arkadaşlarına, postacıdan sütçüye kadar herkes) Wanda'nın zihin kontrolü altında. Wanda'nın tek kontrol etmediği hafızası tamamen silinmiş olan Vision ki o da Avengers olduğunu dahi bilmiyor. Fakat öyle görünüyor ki aşklarına olan saygısından dolayı Wanda Vision'a özgür iradesini bırakmış en azından. Acıların kadını Wanda ise içten içe durumun farkında olsa da geçirdiği travma sebebiyle kendi yarattığı hayaller dünyasının gerçekliğine bazen kendini kaptırmış gibi gözüküyor. Dizinin ilk başlarında ikiz oğlan bebekleri oluyor, fakat bu çocuklar zaman atlamasıyla 10 yaşına kadar geliyor. Wanda'nın evreni kontrol etme gücünden dolayı, kasabadaki her şey yalan olsa da bu ikiz erkek çocukların gerçek olduğunu düşünüyorum.Wanda meşhur 5. bölümde kendi ikiz kardeşi olan Quicksilver'ı da recast edip başka bir yüzle geri getiriyor. Buradaki dayı modeliyle Elizabeth Olsen'ın kendi ikiz kız kardeşlerinin de oynadığı Full House dizine yaptıkları referanslar komikti. Wanda'nın oğullarından biri kendi gibi telepatken diğeri de Quicksilver gibi insanüstü hızda hareket edebiliyor.

Böylece romantik komedi tadında başlayan dizi aslında duygusal travma yaşayan telepat Wanda'nın Scarlet Witch olmaya giden karanlık yolculuğunu anlatmaya giden bambaşka bir diziye evriliyor. Önce annesi ve babasını, sonra da ikiz erkek kardeşi Quicksilver'ı kaybeden  ve tüm bunlar yetmiyormuş givi aşık olduğu adam Vision'ın da ölümüne tanık olan Wanda'nın bu travmayla kendine güvende ve mutlu hissettiği bambaşka bir evren yaratmasını hangimiz suçlayabiliriz ki.. Legion'da iç dünyayı ve akıl hastalıklarını çok güzel ve saykedelik bir dille anlatan Marvel WandaVision'da da ilk 6 bölümle çok iyi çıkarmış. Dizinin kalan 3 bölümünün de hakkıyla tamamlanacağına eminim. Wanda'yı bu karanlık duygusal travmadan çıkaracak tek karakter yine uzay ve zamanı bükme güçlerine sahip Dr. Strange. Fakat Benedict Cumberbatch'i diziye almak pahalıya patlayacağından sadece dizinin sonunda çok kısa görünüp oradan olayı Dr. Strange devam dizisi Multiverse of Madness'e bağlayacaklarını düşünüyorum.  Belki de Scarlet Witch darkside'a geçerse birbirine rakip bile olabilirler! Alternatif evrenler kurgusunda epey hevesli olan ben ise tabii ki de o filmi izlerim!