8 Haziran 2014 Pazar

Küçük bir İspanya Turu- Round 1: Barselona Barcelona!



Bu ayın (mayıs) 10 ile 17'si arasında Barselona'ya gitme şansım oldum. Hem 2 yıl aradan sonra tekrar yurtdışına çıkacağım hem de aylar sonra erkek arkadaşımla görüşeceğim için çok heyecanlıydım. Ve mükemmel bir hafta geçirdim. Buraya da yıllar sonra yazmaya karar verme sebebim, bu anıları bir yere kaydetmek ve birilerinin işine yarayabilecek bazı mekan/yapılacaklar listesi oluşturmaktır.

Barselona'nın bende ilk uyandırdığı izlenim tipik bir Akdeniz şehri olsa da, keşfettikçe büyüsüne kapıldım ve her yerine ayrı ayrı bayıldım. İstanbul ve İzmir'de yaşamış, çeşitli Avrupa şehirlerini (çok olmasa da) gezmiş birisi olarak diyebilirim ki Barselona gördüğüm en yaşanası şehir. Havası güzel, şehir çok hareketli, mimarisi ve şehir planlaması (ulaşım dahil) çok iyi, insanlar sıcakkanlıklı, yemekler sevilesi, ee bir de deniz kenarında yeme de yanında yat. Tipik Akdeniz havasını deniz kenarında ve ya her cadde köşesinde dışarıya atılan masa ve sandelyelerde oturan, sürekli yiyip için insanlardan alabilirsiniz.

İlk başta benim en sevdiğim kısımlarından birinden başlayayım; şehirde hemen hemen her yere ulaşan metro ağı. O kadar İspanyollar tembel, düzensiz deseler de metro ağı Almanya'yı aratmayacak kadar düzgün ve seferler de aynı şekilde dakik ve sorunsuzdu. En büyük aktarma istasyonu olan Diagonal ile her yere geçiş yapmak mümkün. Diagonal'ın bende ilk uyandırdığı his, büyüklüğü ve her yere bağlantısı olmasıyla bana Paris'teki Chatelet Les Halles'i anımsatmasıydı. Neyse geçeyim laf salatasını ve sadede geleyim. Wikitravel ve tripadvisor'dan esinlenerek bu yazımı sıkıcılıktan kurtarmak adına madde madde yazacağım.

Görülmesi gereken yerler:



Park Güell:


İlk gün gezdiğim ve en çok beğendiğim yerlerden biri olan Park Güell'e ulaşmak Lesseps adlı metro durağıyla mümkün. Hem tepeden şehir manzarasını izlemek hem de ilginç mimarisiyle Alice Harikalar Diyarı'nda gibi hissetmek ve ayrıca adı üstünde parkta yeşillikler ve turist kalabalığına rağmen kuytu bir köşe bulup kafa dinlemek (park çok büyük olduğu için her zaman mümkün) için gayet uygun bir yer. Benim en çok sevdiğim yapı ise renkli binalara rağmen, deniz dalgasından esinlenerek yapılmış şu tarz tuhaf  eserler. Ben nedense uzaktan bakınca bunu dev bir brokoli demetine benzettim.









Plaça de Catalunya: Meşhur La Rambla caddesine giriş meydanı burası. Bir nevi İstiklal'e girmeden önceki Taksim meydanı ile benzeştirebiliriz. Zara, Mango, Stradivarius gibi İspanyol orijinli mağazaları da bolca mümkün.
La Rambla: Klasik Barselona'yı gezmeye giden bir Türk olarak ilk başta ben de İstiklal caddesine çok benzetsem de aslında çok daha düzenli ve güzel bir cadde. Bir kere her iki tarafında ağaçların sıralı olması ve  caddenin sonunun direkt limana erişmesiyle İstiklal caddesini döver bence.

Vücut boyası ve kostümlerle her türlü karaktere bürünmüş sokak sanatçılarına sık sık rastlamak ve elinizde bulunan bozuk paralarla fotoğraf çektirmek, onlarca hediyelik eşya dükkanlarını ve mağazaları gezmek ise yapılacak klasik aktivitelerden bazıları. Fakat benim en sevdiğim yer, pasaj şeklinde girişi olan açık hava pazarı, La Boqueria. Yenilecek içilecek her şeyi burada mümkün, bir nevi kermes gibi ama tropikal meyveleri, renk renk çikolata ve şekerlemeleriyle daha göz alıcı. Her gittiğimde elimde bir bardak karışık taze meyve suyuyla çıkmak ise benim rutinim haline gelmişti.
 La Rambla çevresinde diğer görülmesi gereken yer ise, tarihi binaları ve bana Venedik'i anımsatan dar ve ilginç sokaklarıyla Gothic neighbourhood.

Port Well: Burası da La Rambla caddesinin sonunda erişilen liman. Daha çok yat limanı gibi ama deniz aşıklarına şehiri daha da sevdiresi.


Plaça d'Espanya: Kaldığım hostellere yakınlığı sebebiyle sık gezdiğim meydanlardan biri de Plaça d'Espanya'ydı. Bu meydanda ilk göze çarpan şey eskiden boğa güreşi etkinliklerinde kullanılan fakat şimdi alışveriş merkezi olan devasa arena ( Las Arenas) ve iki adet büyük dikilitaş şeklinde oluşmuş kapı. 
Meydanın arka tarafında ise belediye binası tarzından büyük bir bina vardı. Buradaki en ilginç ve görülmesi gereken şey ise yaz saati uygulaması ile akşam 9'da başlayıp 11 buçukta biten devasa havuzdaki ışık ve su gösterisi, Font de Magica (Magic Fountain). İspanyollar suyu bol bulmuş olmalılar ki su gösterisi alanı gerçekten çok çok büyük, ortadaki büyük havuzdaki su ise neredeyse arşa değiyordu. Her yarım saatte bir şarkıların teması değişiyor ve ışık ve su gösterisi de ona göre şekilleniyor. Ben gittiğimde mesela önce Disney şarkılarına ve sonra İspanyolca aşk şarkıların olduğu temalardaki gösteriye denk geldik.

La Sagrada Familia: Aynı isimli metro durağından kolayca erişilebilen Gaudi'nin en önemli eserlerinden biri olan ünlü kathedral. Gerçekten çok göz kamaştırıcı. Hele metrodan inip karşında direkt böyle büyük ve güzel yapıyı görmek gerçekten nefes kesici. Bir 5-10 dakika mal mal bakakalıyor insan. Fakat sanat ve mimariden zerre anlamayan bir bünye olarak içeriye girmek için 14 euro vermekten pek mutlu olduğum söylenemez. Fakat özellikle mimariyle biraz ilginiz varsa içerisi de içerisine kathedral korosu için her birine bir şarkıcı olacak şekilde akustiği de göz önüne alarak 1000 şarkıcıyı sığdırabilecek vault tarzı tavan mimarisi ve değişik pencere ve duvar yapılarıyla görülmeye değer.

Casa Batllo: Gaudi'nin Battlo ailesi için yaptığı şaheser bir malikane. Gelmeden önce internetten araştırdığım kadarıyla evin iç mimarisi, ışığın pencerelerden yansırken yaptığı aura ve terası harikaydı. Evin dış yapısı da gayet gözalıcıydı. Fakat giriş 21 euro olduğu için maalesef çıplak gözle içerisini göremedim.

Casa Mila: Casa Battlo kadar göz alıcı olmasa da benzer mimari özellikler taşıyan Casa Mila da yine aynı biraz pahalı ve zengin görünen bölgede. Casa Mila'nın dış çephesi ben gittiğimde yeşil bir tente gibi bir şeyle kapatılmıştı, temizlik amaçlı olduğu söylendi. Umarım İspanyol tembelliğiyle uzun süren bir işlem olmaz.

Yenilecek/İçilecekler/Mekanlar:
Gelelim konuşmayı en çok sevdiğim konuya; yemekler! İspanyollar da bizim gibi yemeyi içmeyi açıkçası pek seviyorlar. Günde 4-5 öğün şeklinde yiyorlar ve bunu La Rambla'da ya da sahil kenarında dışarı atılan masa ve sandalyelere kurulup sürekli yemek yiyen ve içen insan kalabalığından da gözlemleyebiliyorsun. Birinci ağızdan duyduğum kadarıyla da sabah 8-9 gibi kahvaltı, 11 gibi hobbitler gibi ikinci bir atıştırmalık kahvaltı, öğlen 2-4 arası (aynı zamanda süpermarketler hariç bütün mağazaların kapandığı siesta saati) öğle yemeği, akşam 6 civarı merienda ve akşam 9-11 arası ise (bu kısım en tuhafı) bizimkisine göre biraz daha hafif olan akşam yemeğini yiyorlar.

Tapas: Tapa denilen şey İspanya'da en sevdiğim yemek kültürü. Aslında tapa genelde alkolle tüketilen küçük porsiyonlardan oluşan pek çok yemeğe verilen genel ad.  En çok akşam 5-6 gibi merienda denilen öğle ile akşam yemeği arasındaki öğünde yeniliyor. Buna tortilla (patatesli omlet), domatesli ve parmesanlı ekmek dilimleri, paella, tavuk, et veya jambon şiş, elma dilim patates,kroket, kalamar ve bir sürü şirin şirin süslenmiş küçük porsiyonda yemek dahil olabiliyor. Domuz etinden ve deniz ürünlerinden pek hazetmediğim için benim denediklerim kısıtlıydı ama yine de paella'nın tadına bakmadan dönmeyeyim dedim. En sevdiklerim ise;
patatas bravas: İngilizcesiyle brave patatoes. Baharatlı elma dilim ve ya küp küp kesilmiş patateslerin üzerine acılı değişik bir domates sosu dökülmesiyle yapılan basit bir başlangıç yemeği ama ben çok sevdim.

 Sosu her ne kadar görünürde ketçap ve mayonez karışımı gibi olsa da, aslında öğrendiğim kadarıyla sarımsak, soğan,acı biber, domates, sirke, kimyon ve kekiğin sotelenmesiyle yapılan daha komplike bir sosmuş. Yediğim en güzel versiyonu hiç ummadığımız dandik görünümlü Peru'ların işlettiği bir tapas bar'dı. Elma dilim şeklinde, baharatlı ve çıtır çıtırdı. Diğer yediğim yerlerde küp küp doğranmış sade patatesleri sadece o sosla servis etmişlerdi.Fakat Plaça d'Espanya'da Tapa Tapa adlı bir tapas barda da gayet başarılı ilk beğendiğime benzer bir versiyonunu yedim.
brocheta de pollo/pollastre: Bu da aslında bildiğimiz tavuk şiş ama benim yediğim değişik bir sosa bandırılıp susamla kaplanmıştı ve tadına bayıldım! Bunu da ilk Tapa Tapa adındaki mekanda denedim.
croqetas: Sebze, jambon ve ya peynir ile doldurulmuş çeşit çeşit kroketler. Bunu da La Rambla civarında adını hatırlamadığım Katalan restoranında domatesli ekmeklerle bol bol tükettim.

Sangria : Bu sanırım hayatımda denediğim kokteyl grubuna giren en güzel şey. İnternetteki tariflerine göre şarabın içine taze sıkılmış portakal suyu ve az miktar limon suyu eklenip ince ince dilimlenmiş elma ve portakalla da süsleniyor. Dolapta birkaç saat dinlendikten sonra da servis ediliyor. En güzel versiyonlarını pizza yanında La Taglietalla'da ve tapaların yanında Tapa Tapa'da içtim.

Gazpacho: Yine o bahsettiğim La Rambla'daki Katalan restoranında yediğim soğuk çorba olan gazpacho da değişik bir lezzetti. Domates çorbasının soğuk hali gibi fakat çorbadan çok sulu salata gibi. Sanırım bizde de Antep çevresinde benzer bir şey vardı. Anavatanı İspanya'nın güney ve yazları epeyce kavrulan bölgesi Andalucia (Endülüs) imiş. Zaten anca sıcak havaya iyi gider.


La Taglietalla: Bu aslında İspanya, Fransa ve Almanya'da (en çok da İspanya'da) bulunan İtalyan restoranlar zinciri. İspanya'ya gidip sürekli İtalyan yemeği yemek tuhaf gelebilir ama yediğim her şey çok başarılıydı. Fiyatlar ise porsiyon büyüklüğüne göre aslında gayet makul. Denediğim ve bayıldığım lezzetleri ise pesto rosso panna (kremalı pesto soslu ve kurutulmuş domatesli  makarna), bolonez soslu lazanya ve 7 peynirli pizza.

Churros: Ve churros!


Çok tipik bir İspanyol tatlısı olduğunu iddia etseler de şekil şemal olarak aynı kerhane tatlısı. Farkı ise kerhane tatlısına göre sanki biraz daha ince ve bizim gibi şerbetlemek yerine sıcak çikolataya daldırıp yiyorlar. Tipik bir kahvaltılık.

Cacaolat: Son olarak bahsetmek istediğim ise İspanya'nın sadece Katalan bölgesindeki marketlerde satılan coca cola görünümlü şişeleriyle dünyanın en güzel çikolatalı sütü Cacaolat!
Fazla yük olmasa ve valizim bozulmasaydı çantama doldurup buraya getiresim geldi. Bir de Valor markasındaki çikolatalar da harikaydı. Çikolataseverlere şiddetle tavsiye edilir!