19 Ocak 2021 Salı

The Legend of Zelda Breath of the Wild

Non-gamer bakış açısıyla The Legend of Zelda Breath of the Wild'dan da bahsetmek isterim. Çünkü uzun zamandır beni bu kadar içine alan bir oyun olmamıştı. Çünkü müthiş bir oyun bu. Ben ki pek oyun oynayan biri değilim ama bu oyunu ilk oynadığımda sadece bakmak için girip 3 gündür yemeden içmeden oynadım. Geçen yaz işten eve gelme motivasyonum olmuştu resmen. Çocukluğumdaki heyecana döndü bu oyunu oynamak. Bir de macera o kadar içine çekiyor ki harcadığım zaman ziyan olmuş gibi de gelmiyor  bazı diğer oyunların aksine.

 Tapınaklardaki bulmacalarla beyin egzersizi yapmışım gibi hissediyorum, kendiminkini çözünce diğer insanların nasıl farklı şekillerde çözdüğünü görünce daha da hayranlık hissediyorum. Genel macerayı takip ederken interaktif kitap okuyormuşum gibi oluyordu, çünkü aşırı zengin bir evren. Hikaye beni fazlasıyla içine çekti, gerçekten dahil olduğumu hissediyorum. Misal atımla aramızdaki bağ güçlendi, bir gün yolculuk sırasında düşmanlarım ona da zarar verebilir diye korkuyorum. Ne zaman tehlikeli bir dövüş atlatsak kendim pişirdiğim yemeklerle canımı yenilerken ona da üzülmesin diye elma veriyordum.

 Mekan dizaynları cgi grafiklerle abartılmamış, ama yine de göz alıcı. Sanki Lord of the Rings anime yapılmış da mekan dizaynı ve fantastik grafikleri Miyazaki çizmiş gibi. En sevdiğim mekanlardan biri akıl almaz bir Japonya weebosu olarak Kakariko köyü oldu. Tam bir eski Japonya köyü, ayrıca köyün tepesinin ardındaki perili çeşme dizaynı ise on numaraydı. Hala oraya dönüp dönüp revive gücü olan perileri topluyorum. Zaten genel olarak fairy fountain/ perili çeşme dizaynları çok iyiydi. Diğer sevdiğim mekan, sonbahar renkleriyle Akkala oldu. Genel olarak dağın tepenin hiçliğin ortasında çıkan ahırları da çok seviyorum. Ve ne zaman pişirme kabı bulsam yemek yapmak çok zevkli!  En sevdiğim aktivite kuleleri tırmanarak haritayı açmak. Bazı kuleler çok zorlasa da (sanırım Akkala'daki epey uğraştırıcıydı), tepeye ulaştığında ve kuleyi Sheikah slate ile aktivite ettiğinde çalan soundtrack ile gerçek bir başarı hissini duyumsayabiliyoruz. Kuş insanların şehri Rito köyü de bence epey gözalıcıydı. Henüz Morocco dizaynıyla Gerudo şehrini kendi oyun ilerlememle göremedim, çünkü dağ taş ormanları kelleştiği yanardağı ve lavların ortasındaki Goron şehrindeki görevinde takılı kaldım ama onu bırakıp Gerudo'ya gitmek cezbediyor. Çünkü hem hikayesiyle hem de mekan dizaynıyla çok ilginç görünüyor Gerudo.

 



Oyunda diğer sevdiğim şey ise Zelda karakteri. Aslında Link’i oynasak da Zelda bu oyunda kalede kurtarılmayı bekleyen zavallı bir kadından ziyade, gerçek bir karakter. Tüm anıları açamadım ama Link’in her açtığı anıyla Zelda’ya biz de tekrar aşık oluyoruz. Zelda için biçilmiş bir kader var ve kral olan babasının ondan beklentisi içindeki gücü keşfedip Ganon’u kilitleyecek büyüyü kullanması. Fakat Zelda bunu başaramıyor ve kendinden bekleneni yapamaması, insanları hayal kırıklığına uğratmasıyla gerçek bir karakterin zayıflıklarını ve güçlerini izliyoruz biz de. Ayrıca Zelda çok yönlü bir karakter, günlüklerinde görüyoruz çiçekleri, böcekleri adeta bir bilim insanı edasıyla inceliyor. Hatta bir ara ancient robotumsu varlıklar olan gardiyanları incelemeye o kadar kafayı takıyor ki asıl yapması gerektiğinden uzaklaştığından babasıyla arası açılıyor. Zelda tipik bir prensesten ziyade bir savaşçı gibi giyiniyor, kılıç kuşanıyor, dört şampiyonla olan arkadaşlıklarını izliyoruz. En son kaderiyle yüzleştiği sahne ise duygusal. Kendi içinde kendini keşfediyor ve aşkını korumak için sonunda kaderini kabullenip kilitli olan gücünü kullanabiliyor.

Gerçekten hem mekan dizaynı, hem macerası, hem oyun zevki, hem de hikayesiyle çok keyifli bir oyun. Hala 1.sini tam bitiremezsem de 2.si için şimdiden heyecanlıyım.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder